Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
248
Baskı Tarihi
Temmuz 2009
Yazılış Tarihi
1990
ISBN
978-975-550-004-9
Baskı Sayısı
17. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
İnsanlar "kuru et yiyen bir kadının oğlu" olan bir Peygamber yerine, elmas taçlı, sırma kaftanlı bir "Peygamber" tasavvur ediyorlardı. Yalnız tasavvur etmekle kalmıyorlar, ömrü boyunca bunlardan nefret eden ve uzak duran Nebi´den geriye kalan hatırayı bu tasavvura uygun aksesuarlarla süslüyorlardı. Yani insanlar "bir kul gibi yeyip bir kul gibi yaşayan" bir peygambere inanmak yerine, tasavvurlarında kayser ve kisra´ya benzettikleri bir peygambere inanmayı yeğliyorlardı. Özetle insanlar "bir kul gibi yaşamak"tan daha çok "kayser ve kisra gibi yaşamaya" taliptiler.
Allah'a yemin ederim ki ben halife miyim, sultan mıyım bilemiyorum. Eğer sultansam vay hâlime!
Hz. Ömer ile Selman-ı Farisi arasında şu konuşma geçer:
"-Ben halife miyim, yoksa sultan mı?
"-Eğer sen, müslümanların malından bir dirhem dahi olsa, kanunsuz olarak (hakkın olmadığı hâlde) alırsan ve bunu da keyfin için harcarsan o zaman sultansın; değilse halifesin.
Bu sözler Ömer (r)'i ağlattı."
Bir gün Ömer (r) dedi ki:
"Allah'a yemin ederim ki ben halife miyim, sultan mıyım bilemiyorum. Eğer sultansam vay hâlime."
Bu sözler üzerine oradakilerden biriyle Ömer arasında şu muhavere geçti:
-Ey mü'minlerin emiri! Halifelikle sultanlık arasında çok büyük farklar vardır. Ömer sordu:
-Ne gibi farklar var?
-Halife, hakkı olmadan kanunsuz bir şekilde hiçbir şey alamaz, harcayamaz. Ancak hakka muvafık bir şekilde harcamalar yapar. Allah'a hamd olsun, sen de böyle yapıyorsun. Padişah halka zulmeder, devlet malını istediği gibi kullanır, başkalarına verir, kimse de kendisine bir şey diyemez."
Türü
Roman
Sayfa Sayısı
724
Baskı Tarihi
2004
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Türk edebiyatının en önemli eserlerinden biri olan Tutunamayanlar, eleştirmen Berna Moran tarafından, "hem söyledikleri hem de söyleyiş biçimiyle bir başkaldırı" olarak nitelendirilmiştir. Moran'a göre Tutunamayanlar'daki edebi yetkinlik, Türk romanını çağdaş roman anlayışıyla aynı hizaya getirmiş ve ona çok şey kazandırmıştır.
Oğuz Atay, özellikle Tutunamayanlar romanında, modern şehir yaşamı içinde bireyin yaşadığı yalnızlığı, toplumdan kopuşları ve toplumsal ahlaka,kalıplaşmış düşüncelere yabancılaşan, tutunamayan bireylerin iç dünyasını anlatır. Yapıtları eleştiri, mizah ve ironi barındırır.
Neden Altını Çizdim?
Ne karanlık bir okul tasviri!...
Ben okul hayatımda güzel bir sınıf, zevkli bir okul binası, iç açıcı bir bahçe görmedim.
Ben okul hayatımda güzel bir sınıf, zevkli bir okul binası, iç açıcı bir bahçe görmedim. Kirden kararmış, dayanan dirseklerle cilalanmış eski sıralar; sıraların üstüne, geçen yılların Süleymanları, Necdetleri, Aykutları, zaman geçtikçe öztürkçeleşen isimlerini, adlarını çakıyla kazımışlar. Duvarlarda, her yeni müdürün yeni zevksizliğini gösteren renkli badanalar üstüste: son müdür Behçet Beyin sidik sarısı badanasının altında yer yer eski müdür Muhterem Beyin türbe yeşili ve merhum Sami Beyin çingene pembesi renkleri sırıtıyor. Kara tahtanın karalığı, sözde kalmış. Öğretmen kürsüsünün ön tahtasında, kadın öğretmenlerin bacaklarına, kalem düşürmek bahanesiyle bakabilmek için açılmış koca birdelik. Perdesiz büyük pencereler, yaldız boyası dökülmüş bir soba, kirli ellerimizden leke olmasın diye tokmağının çevresi siyaha boyanmış kül rengi kapı ve hepsinin varlığını ve neden öyle var olduğunu açıklayan beylik cümle: bu fakir millet bu kadarını verebiliyor.
"Hela yahut apteshane veya yüznumara ya da ayakyolu; en moderni: tuvalet. Ve hepsinin kapısında bütün bunlardan ayrı bir yazı: 00. Bütün bu isimler içimi karartırdı. Bu isimleri hatırladıkça, keskin bir koku duyar gibi olurdum. Sınıfın koridoruna kadar yayılan keskin koku. Kokunun peşine takılıp giderseniz, girişte kovalar, yer bezi yapılmış çuval parçaları ve süpürgeler karşılardı sizi. Tokmağı kopuk kapılar, kapanmayan kapılar, kapısına bozuk bir yazıyla 'bozuk' yazılmış helalar, duvarlara sürülmüş pislikler... Alaturka helalar, alafranga helalar; alaturka musiki, alafranga müzik... Penceresiz helalar, muslukları kırık helalar...
Türü
Roman
Sayfa Sayısı
312
Baskı Tarihi
Ekim 2010
Yazılış Tarihi
1969
ISBN
978-975-273-154-7
Baskı Sayısı
3. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Editörü
Sevengül Sönmez
"Kurtlukta düşeni yemek kanundur" korkusunu her an enselerinde hissederek yaşayan köşeye kıstırılmış, kendileriyle ve geçmişleriyle, içinde bulundukları zamanla hesaplaşan insanları anlatıyor Kemal Tahir, Kurt Kanunu'nda. Cumhuriyetin en bunalımlı dönemlerinden biri olarak değerlendirilen "İzmir Suikasti" olayına karışan ve karıştırılanların dramı olarak da okunabilecek roman, İttihatçılar arasındaki iktidar kavgasını ve tasfiye sürecini de acımasız bir yalınlıkla ve özeleştiriyle ortaya koyuyor.
Esir Şehir Üçlemesi'nde taşıdığı umudu Yol Ayrımı'nda yitirmeye başlayan Kemal Tahir, Kurt Kanunu'nda mücadelenin kime ve neye karşı yapıldığının pek de öneminin kalmadığı günleri "hayal kırıklığını satır aralarına gizleyerek" ustalıkla betimliyor.
Neden Altını Çizdim?
Tasvir ilgimi çekti
Ancak gölgede yaşayabilen bitkiler gibi, bir erkeğin arkasına sinerek tedirginlikten kurtulur kadınlardandı.
Perihan, on yedisinde abisinin komitacı arkadaşlarından bir doktorla evlendiği zaman, olağanüstü ürkek, gözü gerçekten her şeye kapalı bir kızcağızdı. Sokağın ıssızlığından ne kadar kor-karsa, kalabalığından da o kadar korkuyor, günün açık, ya da kapalı oluşundan, sessizliğinden, fısıltıdan, bağırtılardan karan¬lık ya da mehtaplı geceden hep aynı ürküntüyü duyuyordu. Ancak gölgede yaşayabilen bitkiler gibi, bir erkeğin arkasına sinerek tedirginlikten kurtulur kadınlardandı.
Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
520
Baskı Tarihi
Haziran 2006
Yazılış Tarihi
2006
ISBN
975-293-478-1
Baskı Sayısı
5. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
İpek Çalışlar’ın yazmış olduğu “Latife Hanım” kitabı Doğan Kitap’dan çıkmış ve 520 sayfa. Nurten Şerbetçi'nin Haksöz-Haber için yaptığı değerlendirme:
Cumhuriyet’in Elit Kadın Modeli
Yazan: Nurten ŞERBETÇİ
Yazı Kaynağı: Haksözhaber
Neden Altını Çizdim?
Bu satırlarda İzmir'i çekilen Yunan askerinin değil bizim ordumuzun yaktığı, ama bunun Mustafa Kemal'in arzusu hilafına bir hareket olduğu söyleniyor ama benim yine anlayamadığım bir şey var: Böyle bir felakete karşı tepki veren birinin, türkü söyleyip zeybek oynaması biraz garip değil mi?
Tepkisini türkü söyleyip zeybek oynayarak gösteren kumandan
Fevzi Paşa o gece Mustafa Kemal'in Rumeli türküleri söyleyip zeybek oynamasını İzmir yangınıyla bağlantılandırıyor, "Mustafa Kemal, Nurettin Paşa'yı bu hoyrat hareketinden dolayı hiçbir zaman affetmemiş ve Latife Hanım'm evinde misafirleri ve müstakbel zevcesi önünde Rumeli türküleri söylemiş ve zeybek oyunu oynamıştı" diyor. Kendisinin de Mustafa Kemal gibi büyük İzmir yangınından esef duyduğunu belirterek bu olaydan Nurettin Paşa'yı sorumlu gördüklerini söylüyor.
Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
192
Baskı Tarihi
Ocak 2013
ISBN
978-605-08-0273-3
Baskı Sayısı
2. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Editörü
Sakine Korkmaz
Neden Altını Çizdim?
Bu satırları beğendiğim için değil, bir hayal kırıklığı yaşadığım için yazdım. Allah aşkına bu nasıl Türkçe'dir? Türkçe'yi bu kadar iyi bilen bir yazar da bunu yaparsa kime ne diyebiliriz? Kelimelerin her biri ayrı bir facia: düşünüm, kaplam, içlem, söylensel...
Büyü - Kendi büyüsünü bozan yazar!
Taklit büyüsünde üç öğe ayırt edilir: Büyücü, büyü objesi ve büyülenen. Büyü objesinin, büyülenenin yerini birebir tutacak bir biçimde ona benzemesi gerekir. Büyü objesinde nesne ile onun imgesini birbirinden ayırmakta güçlük çekilmesi sorunu gündeme gelir. Çoğunlukla ilkel düşüncede, büyüde görüldüğü gibi, nesneyle onun imgesinin ontolojik olarak farklı düzeylerde bulunduğunun kavranamadığı söylenir.
Örneğin, Cassirer bunlardan biridir. Cassirer, mantıksal düşünüm (logical contemplation) ile söylensel düşünüm (mthycal contemplation) arasında temelli bir fark olduğunu söyler. Ona göre, mantıksal düşünüm, kavramların kaplamlarını (extension), söylensel düşünüm ise, kavramların içlemlerini (intension) öne çıkarır. Mantıksal düşünümde bir üstkategori içine giren, ama ayırt edici özelliğini koruyan iki kavram, söylensel düşünümde bu ayırt edici özelliğini koruyamaz. Cassirer, söylensel düşünümde özgül farklılıkların ortadan kaldırılması ve her şeyi aynı düzleme getirme yasası adını verdiği bir yasanın yürürlükte olduğunu söyler: Bir bütünün tüm parçaları bütünün kendisidir. Parça, bütünü temsil etmekle kalmaz, ait olduğu bütünlükle de özdeşleşir.
Türü
Hatırat
Sayfa Sayısı
406
Baskı Tarihi
Haziran 2007
ISBN
9944-125-12-1
Baskı Sayısı
2. Baskı
Basım Yeri
Gaziemir / İzmir
Editörü
Şeref Yılmaz
Yazan: AHMED ŞAHİN
Yazı Kaynağı: Zaman Gazetesi, Ailem Eki, Sayı: 228
Çileli bir devrin hikayesini Ali Ulvi Kurucu merhumun hatıralarından okumak büyük bir şans. Hayatını tamamen ilme adamış yüksek bir kâmet olan merhum Kurucu, hatıralarıyla da irşad vazifesini yerine getiriyor.
Dava Adamının Özel Hayatı Olmaz
"Alimler, peygamberlerin vârisleridir." Onlardan devraldıkları iman hizmetini, mirasçısı oldukları peygamberlere yakışır bir şekilde devam ettireceklerdir. Sadece bilmek, âlim olmak, inşam "peygamber vârisi" yapmaz, bunun için, "peygamber gibi davranmak" icap eder. Ancak bunu yapabilen âlimler, o makama ve tebrike lâyık olurlar.
Dava Adamının Özel Hayatı Olmaz
Bu büyük insanların, hâlleri, tavırları ve yaşayışları; sözlerinden daha tesirli olur. Bu insanlar her anlarını, günün yirmi dört saatini, Müslümanca yaşarlar. Bu zatarla insan, bir genç, yirmi dört saatini birlikte geçirebilir... Fakir, Hasanül Benna, Sabri Efendi, Zahid Kevseri ve İhsan Efendi gibi zatlarda bu hâli gördüm.
Ne yazık ki, İslâm davasına önder olduğu söylenen bazı meşhur kimselerin, şahsî davranışlarında, siyasî veya ticarî hayatiarında, yakışıksız hâller görülebiliyor... "Canım bu onun özel hayatıdır, karışmayalım." denilemez. Çünkü dava adına öne çıkmış adamların, özel hayatları olamaz... Özel hayatını, keyfine göre yaşamak isteyenler, İslam adına öne çıkmazlar, çıkamazlar, çıkmamalıdırlar.
Cemil Meriç Külliyatı Jurnal üzerine
"Ne garip bir oyuncak şu insan!Yürür,konuşur ve acı çeker.70 kilodur.Kendisine ve çevresine ait hiç bir şey bilmez.Bir nevi ıstırap makinesi.İplerini başkaları çeker.Hantal ve şapşal bir robot.Neye sevinir bilinmez.Sınırsız olan yalnız hayalleri ve acı kabiliyeti.Etten bir kafes ve aciz içinde çırpınan bir ruh.Vücut araba,akıl arabacı.Ama gözleri bağlı arabacının,arabaya hükmeden atlar...Bu da haklı:Var olmak için yok olmak lazım,parça bütüne kavuşacak ki hasret dinsin.Bütün musiki,bütün şiir,bütün aşk,bu bir çuval kemik,bu asi ten,bu aptalca endişeler ne olacak? Ne olacağını bilen var mı? Kader hep oynayamayacağı roller yükler insana ve ıslıklar.Alkış sahtekarların..."
Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
220
Baskı Tarihi
1998
Yazılış Tarihi
1982
ISBN
975-437-042-7
Baskı Sayısı
7. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Hicret'in 15. asrına girdiğimiz şu yıllarda 'İslam bir inanç sistemi ve hayat nizamı olarak bütün dünyanın ilgisini çekmektedir. ''İslamın Bugünkü Meseleleri'' adıyla neşrettiğimiz eserde yazar, bu meseleyi sosyal ilimci gözüyle incelemişti. Bu kitapta ise, aynı metodla tasavvuf meselelerini ele almaktadır. Günümüzde tasavvuf Türk aydınının zihnini ne bakımlardan meşgul etmektedir? Çağımızın tarih, felsefe, sosyoloji-psikoloji bilgileri hesaba katıldığında, tasavvuf üzerinde nasıl bir değerlendirme yapılabilir? Tasavvufi düşüncenin geleceği ne olabilir? Tasavvufun İslam'daki yeri nedir?
Neden Altını Çizdim?
İlk baskısı 1982 yılında eserde geçen bu sözler adeta bir kehanet gibi. Adım adım gerçekleştiğini bizzat müşahade ettiğimiz bir kehanet...
Bu mesele henüz halledilmiş değildir!..
Önümüzdeki günlerde yeni bir şeriat-tarikat münakaşasının bütün harareti ile ortaya çıkması ve İslami uyanışın iki değişik yönde çekişme konusu olması beklenebilir. Türkiye'nin geleneğinde din hayatının bu iki biçimi çoğunlukla te'lif edilmiş ve bir arada gitmiştir. Buna rağmen aradaki uzlaşmanın özellikle bugünkü nesiller bakımından organik bir anlam taşımadığını unutmamalıyız. Başka ifade ile, bu mesele henüz halledilmiş değildir.
Tasavvufun İslam'daki yeri nedir? Bu soru ilk bakışta ilmi bir mesele olarak görünmektedir ki buna din açısından verilecek cevap din alimlerinin işidir. Diğer taraftan İslam tasavvufu İslam medeniyeti ve kültürünün özel bir yanı olmak itibariyle incelenmeye değer olmalıdır. Tasavvufun dini ve felsefi düşünce tarihindeki kaynakları nelerdir? Gelişmesi ve teşkilatlanması nasıl olmuştur? İslam dünyasındaki fonksiyonu hakkında neler söylenebilir? Bunlar ve benzeri sosyolojik soruların yanında bir de felsefi ve psikolojik sorular var: Mistik yaşantının mahiyeti ve kıymeti nedir? Mistik iddialar ne türlü kriterlerIe tahkik edilebilir? Mistik bilgi ile ilmi bilgi arasındaki fark nedir? İlh.
Memleketimizde tasavvuf konusunda bugüne kadar çıkan kitap ve makalelerin bu sorulardan ziyade hep dinin nasları ile ilgili tarafı üzerinde toplandığını görüyoruz. Bir tarafta klasik tasavvuf kitapları veya bunlar istikametinde çoğu eskilerin tamamıyle tekrarından ibaret eserler, diğer tarafta din veya ilim açısından bunları tenkid eden ve -maalesef- birincilere göre seviye ve kalitesi hayli düşük olan yayınlarla karşılaşıyoruz. Tasavvufun aleyhinde bulunanların hücumlarının pek büyük bir kısmı klasik metinlerin kabataslak yorumlanmasından, yani bilgisizlik ve düşünce kısırlığından ileri gelmektedir. Fakat bunların karşısında tasavvufu savunanların da yine klasik metinlerin gölgesine sığınmaktan başka herhangi bir düşünce canlılığı gösterdiklerine şahit olmuş değiliz. Eski müelliflerin eserlerini tercüme ve şerh eden birkaç kıymetli araştırıcımızın metod kusurları onların çalışmalarının değerini önemli ölçüde azaltmaktadır. Bu çağdaş yazarlar metin açıklamalarında bile eski şerh metodunu tıpatıp uyquluyorlar, yani müelliflerin fikirlerini yine onların bakış açılarından genişletmekten ve misallendirmekten başka bir şey yapmıyorlar. O kadar ki, bu kitaplarda müellif ile yorumcuyu birbirinden ayırmak imkansızdır; bugün yapılan bir şerhin bundan beş-altı yüz yıl önce yapılmış olanlardan sadece tarih farkı vardır.
Sayfa Sayısı
352
Baskı Tarihi
1997
Yazılış Tarihi
1979
ISBN
975-437-065-6
Baskı Sayısı
8. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Türkiye’deki anarşinin otopsisidir. Romanda, yalnız boşa giden gençliklerin hikâyesini değil, içine düşürüldüğümüz kaosun çarpıcı grafiğini de bulacaksınız. Yıllardan beri Türkiye’de bütün görevleri, ödevleri ve sorumlulukları, dolayısı ile de toplum hayatımızı paslandıran kalleş demagojileri sergilemektedir. eri ve sorumlulukları, dolayısı ile de toplum hayatımızı paslandıran kalleş demagojileri sergilemektedir. İnsana ve insanın gerçek hayatına kurulan tuzağın romanlaşmasıdır bu kitap.
Kaybedecek bir şeyi olmayanların şirretliklerini cesaret sanıyorlar.
Kaybedecek bir şeyi olmayanların şirretliklerini cesaret sanıyorlar.. aptallar. Cesaret .. ve kahramanlık değerli bir şeyler elde edebilmiş kimselerin üstünlüğü .. ve ayrıcalığıdır. Kelle koltuktaymış .. mendebur! Canının beş para etmediğini kendisi de biliyor da onun için kellesi koltuğunda.
Türü
Roman
Sayfa Sayısı
277
Baskı Tarihi
Ocak 2010
ISBN
978-975-289-670-3
Baskı Sayısı
0. Baskı
Ece Temelkuran, kalplerin yağmalandığı yerden anlatıyor hikâyesini; Ortadoğu'dan. Bizden alıp döküntülerini iade ettikleri hikâyelerimizi geri almak için… Aşklarımızı, acılarımızı, haysiyetimizi… Yağmalandıkça kapattığın kalbini aç şimdi. Çünkü bu senin hikâyen. Sen de Ortadoğulusun!
Ağlamak
Dilini bilmediğin bir yerde ağlamak fenadır.Çünkü seni senin dilinde susturacak kimse yoktur. Böyle ağlayınca da kendisininkinden başka bir dilde susturulamaz insan. Annen susmadı.