Türü
Roman
Sayfa Sayısı
391
Baskı Tarihi
2006
Yazılış Tarihi
1951
ISBN
978-975-437-057-7
Baskı Sayısı
16. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Ötüken
Peyami Safa, bu eserinde insanlığı materyalizmin kör çenberini kırmağa, kendini kaydettiği ruhunu bulmaya çağırmaktadır. Asrımızda insanın bütün problemleri bu noktada düğümlenmektedir. Ve Allah'ı bilmedikçe, insanlık buhrandan buhrana yuvarlanacak, huzur ve sükun bulamıyacaktır.

Tekiz

...Çünkü hem tekiz, hem de başka insanlarla beraberiz. Tek kalmak isterken başkasına doğru kendimizi atmak da istiyoruz. Tekliğimizle topluluğumuz arasındaki bu çatışmada, menfaatli veya menfaatsiz gizliliklerimiz benimizi sevgilide yutulmaktan kurtaran bir müdafaadır. Kendimizi sırlarımızın kalesi içinde koruyor, fakat orada yalnızlıktan bunalınca yine öteki ruhun kuyusu içine atıyoruz.

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
391
Baskı Tarihi
2006
Yazılış Tarihi
1951
ISBN
978-975-437-057-7
Baskı Sayısı
16. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Ötüken
Peyami Safa, bu eserinde insanlığı materyalizmin kör çenberini kırmağa, kendini kaydettiği ruhunu bulmaya çağırmaktadır. Asrımızda insanın bütün problemleri bu noktada düğümlenmektedir. Ve Allah'ı bilmedikçe, insanlık buhrandan buhrana yuvarlanacak, huzur ve sükun bulamıyacaktır.

Simeranyada okul

Simeranyada her seviyeye göre okuma salonları, laboratuvarlar, atelyeler, müzik, tiyatro, sinema ve spor evleri vardır. Her yaşta insanlar bunlara devam ederler. Her merak ettikleri mevzuu kendileri etüd eder ve öğrenirler. Çocuklar ve gençler için, araştırma metodlarını gösteren kılavuz öğretmenler vardır. Bunların vazifeleri öğretmek değil, öğrenmenin yolunu öğretmektir. Çünkü Simeranya pedagojisi, insanın bütün hayatında öğrendiği şeyleri ancak kendi istediği zaman ve kendi araştırmaları neticesinde öğrendiğini bilir. Eski dünyada, yani Simeranyaya göre bugünkü dünyamızdaki okullarda çocuklara ve gençlere öğretilen şeylerin, muayyen istidat ve ihtiyaçları karşılamadıkça, hayatta hiç bir işe yaramadığı anlaşılmış ve klasik mektepten eser kalmamıştır: Sınıf, kürsü, ders programı, nutuk söyler gibi ders veren öğretmen ve profesör yoktur. Diploma yoktur.

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
419
Baskı Tarihi
2010
Yazılış Tarihi
1935
ISBN
978-975-07-0776-6
Baskı Sayısı
7. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Can
Orijinal Adı
The Clown and His Daughter
Sinekli Bakkal, Halide Edip Adıvar'ın ünlü romanıdır. İlk olarak İngilizce The Clown and His Daughter, (Soytarı ile Kızı) adıyla 1935 yılında Londra'da yayımlanmıştır. Türkçe olarak ilk defa 1935 yılında Haber gazetesinde tefrika edildi. Daha sonra 1936 yılında kitap olarak basılmıştır. 2006 itibariyle 37. basımı yapılmıştır. Birçok yabancı dile çevrilen roman, 1942'de CHP Roman Armağanı'nı kaz
Neden Altını Çizdim?
Son kısım da müthiş: "Sen çocuk sahibi olduğun vakit, istediğin gibi yap. Korkarım, çocukların Asım Bey'in kukla kızlarına benzeyecek... Bonmarşe bebeği gibi... Karnına basınca mama, papa, diye öten kuklalardan."

Kâfiristandan esen her rüzgâra kafasını kaptıran bir fırıldak!

— Avrupa sahnelerinde icrayı sanat eden kadınları hep Peregrini mi yetiştirir? — Onu demek istemedim... Tabiî size bu noktayı anlatmak müşkül. Avrupa musikisinin incelişini nasıl tarif edeyim, zevkine varamazsınız ki... — Kim demiş? Ecnebî trupları geldiği vakit, Tepe-başı'ndan ayrıldığım yoktur. Daha doğrusu Zaptiye Nazırı sıfatıyla halkın bu yabancı metâlara ne kadar rağbet ettiklerini görmek için... Sonuna kadar dinlemek biraz müşkül ama, züppe güruhu bir alay seyirci var ki, onları görmek cidden her sıkıntıya değer. Herifler kendilerinden geçiyorlar... — Hakiki musikiden anlayan herkes tabiî... — Hakiki musiki mi dedin? Eğer kapitülâsyonlar olmasa, muzikacıları da, seyircileri de enselerinden yakalayıp Beyoğlu kaldırımlarına fırlatırım. Şimendifer düdüğü gibi öten bir sürü yarı çiplak, hayâsız, kart frenk karısı... Sar'aya tutulmuş gibi gözleri evlerinden uğruyor , bir alay mart kedisi gibi çığrışıyorlar. Toptaşı saz çalmaya, şarkı söylemeye kalksa, bu işi biraz daha adamakıllı yapardı. — Anlamadığınız bir mevzuu niçin münakaşa ediyorsunuz? /../ Garb'ı Garp yapan musikileri... Onlarda hayat var, fen var... — Bizimkinin ne kusuru var? — Halkın tembelliği, uyuşturucu kanaati, yüksek sınıfların boş ve düşük bir sefahate dalmaları hep bu bizim inleyen, ağlayan musikimizin tesirinden Kadınlarımızın kafasızlığı, zilleti .. — Kadınları bu bahse sokma. Bizimkiler, her halde frenk karılarından daha edepli, daha hanım... Onların erkeğinde de, karısında da ben, yüzsüzlükten, aç gözlülükten başka bir şey görmedim. Paşa durdu, öksürdü, sonra köpürdü: — Bir Müslüman milletinin an'anesini, medeniyetini neden her vesile ile tahkir ediyorsun? — Medeniyetimiz yok ki tahkir edeyim. Ziya Paşa'nın dediği gibi, sizin tahkir ettiğiniz küfür diyarı mamureler kâşânelerle dolu; mülk-i İslâm baştan başa virane.. — Kâşaneleri başlarına yıkılsın. O imansız, padişah haini herif gibi sen de medeniyeti kâşane, mamure farzediyorsan sana yuf! Paşa sustu; esnedi. Nereden bu peltek oğlanla müna-kaşaya girişmişti? Hiç değer miydi? Kâfiristandan esen her rüzgâra kafasını kaptıran bir fırıldak! — Küçük hafızın tahsilini ben dilediğim hocaya yaptırırım. Sen çocuk sahibi olduğun vakit, istediğin gibi yap. Korkarım, çocukların Asım Bey'in kukla kızlarına benzeyecek... Bonmarşe bebeği gibi... Karnına basınca mama, papa, diye öten kuklalardan.

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
651
Baskı Tarihi
Kasım 2009
Yazılış Tarihi
1968
ISBN
975-273-133-3
Baskı Sayısı
7. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İthaki
Editörü
Sevengül Sönmez

Gündoğusunu bırakıp günbatıya bakmak

- Suyun akarını görmemekteyim Osman Bey oğlum! Gündoğusunu bırakıp günbatıya bakmakla nesne hasıl olabilir mi? -Olur şeyhim! İstanbul'un Bizans'ı, Frenk'in karanlık dünyasından kopup geldi. Ama, oranın kölelik düzenini burada tutturamadı. Tutturamayınca da "Toprak Allah'ın, İmparator kâhya, köylü kiracı" demek zorunda kaldı, imparator'un hür köylüleri, Latin İstanbul'u basıp alınca Frenk düzeninin nasıl bir bela olduğunu görüp anlamıştır. Bu düzen köylüyü köle etmeye dayanır. Kim ister köle olmayı? Demek zorlayacaksın aralıksız! Zorlarken zorlarken n'olur adam? İnsanlıktan çıkar! İşte bu sebepten Frenk adamı, say ki, kuduz canavardır. Kahpedir, kıyıcıdır, Allah'ı maldır, dini imam soymaktır. Irzı, namusu, utanması, acıması, sözü, yemini hiç yoktur. Bunalırsa insan eti yer, Bizans köylüsü kabul etmez bu rezilliği... Uçlara yerleştirilmiş Hıristiyan Türklerse hiç yanaşmazlar köleliğe... "Suyun akarı" dediğim, işte budur. Bu yöneliş çok adam istemez! Kalabalıkları biriktirip köylünün başına musallat etmek zorunda değilsin. Bu zamana kadar hiç görmediği, bilmediği bir düzeni götürüp Bizans köylüsünü şaşırtıp ürkütmek de yok! Köleliğe karşı, Frenk soygununa, zulmüne, ırk düşmanlığına karşı biz hoşgörü, dayanışma, can, ırz, mal güvenliği sağlayacağız. Alın teriyle çalışanlar bizden yana olacak ister istemez... Bizim, suyumuzun akarı budur, şeyhim, şimdilik de günbatıyadır. Frenk düzeninin gerçek sınırına dayanıncaya kadar, günbatı bizimdir! Bir an soluklandı, gözleri umutla, güvenle parlıyordu. Eğer bu yolu tutmazsak, fırsatı kaçırırsak, Bitinya ucu da, her yerdeki yüzlerce uçlardan biri gibi, iz bırakmadan batar gider! Şeyh Edebâli, bir şey söyleyecekmiş gibi yekindiyse de, yutkunarak geri durdu. Osman Bey bir zaman saygıyla bekledi. Yaşlı adamı daha çok bunaltınayı uygun görmemişti. Şeyh bir şey demeyince, sanki çok yararlı öğütler almış da teşekkür ediyormuş gibi sesini yumuşattı: -Evet şeyhim, ferah olun! Ben bu işin her yönünü ölçüp biçtim, nerden girip nerden çıkacağımı hesaba vurdum. Dayanağım sizlersiniz! Babamın savaş yoldaşları... Uğraşta yenici, barışta düzen tutucular... Çoktandır şeyhim, şunları hiç aklımdan çıkaramamaktayım: Batıya yöneleceğiz! Talan etmeyeceğiz! Din yaymaya çabalamayacağız. Tersine herkesin inancına saygı göstereceğiz! insanlar arasında, din, soy, varlık bakımından hiçbir üstünlük tanımayacağız! Günbatının 'Karanlık Dünyası,' karanlığını yüzyıllardan beri, sınırımıza sürmekte, bizi boğmaya çabalamaktadır. Yolunu kesene kuduz it gibi saldıracaktır. Bu sebeple yükleneceğimiz iş ağırdır. Gireceğimiz geçit derindir. Bu kancık karanlığa karşı diri durmak gerektir. Savaşta düşmandan habersizlik körlüktür. Aldığın haberleri, ulaştır hiç gecikmeden... Ahilerin bizi arkalasın! "Gerekirse para veririz" dedin! Sağ ol! Gelir isterim, aldığımı öderim! Yüreğimizdekini söyledik! Doğruda bizi arkala! Yanılırsak yakamıza yapış!..

Neden Altını Çizdim?
Falih Rıfkı Atay'ın şark ve ahlakı üzerine mütalaalarının bir kıymet-i harbiyesi var mı? Belki ne düşündüğünü, nasıl bir adam olduğunu anlamak için olabilir. Talat Paşa hakkındaki notları zamanın bürokrasisini tasvir açısından ilgi çekici...

Talât Paşa

Talat Bey'in hayat ve şahsiyetine dair tahlillerde bulunacağımı sananlar, aldanacaklar. Çünkü parti liderinin ne parti, ne de devlet içindeki hususi faaliyetlerini takip edebilmekliğime imkân vardı. Fakat kendisinin imlasını bizim düzeltebileceğimiz kadar Türkçemiz, işte aldatıcı, politikada süratle etraf yapabilir, Şark ahlakınca faziletinde şüphe edilmez bir şef olduğunu öğrenmiştim. Sözün "ahlak" kelimesinin başındaki şarka dikkat ediniz: Bu ahlak doğruluğu ve fazileti gayet dar bir ölçüde benimser. Hususi ve şahsi ayıplar ve menfaate ait yolsuzluklar için müsamahasızdır. Ancak ne yalanı, ne de zulmü ahlaksızlık sayar. Talat Bey, Meşrutiyet'in birçok adamı gibi bir Şarklı, üstünde Tanzimat cilası bile olmayan bir Şarklı idi. Fikre benzer bir sözü hatırımda kalmıştır? Romanya'yı gezip dolaştıktan sonra, dönüşte, bir Ermeni gazetesine hasbihal kılıklı demişti ki: - Biz devlet sosyalizmi yapmalıyız! Bir gün yine kalemden çağırtmıştı. Yanında bir müracaatçı vardı: - İzmit mutasarrıfına bir mektup yazınız, Beyefendinin işini mutlaka yapmasını tavsiye ediniz, demişti. Yazıp götürdüm, imzaladı, adamcağız mektubu aldı ve teşekkürler ederek gitti. Biraz sonra nazırın yine beni istediğini söylediler. Gittim: - İzmit mutasarrıfına bir şifre yaz. Gönderdiğim mektubun bir ehemmiyeti yoktur, diye bildir, dedi.

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
456
Baskı Tarihi
2010
Yazılış Tarihi
1979
Baskı Sayısı
6. Baskı
Yayın Evi
e yayınları
Mütercimi
Belkıs Çorakçı
Orijinal Adı
Shibumi

Zaman

Hiçbir zaman canı sıkılmamıştı. Fizik kurallarına ters gibi görünen bir ilke vardı çünkü: Zaman ancak içi boş olduğu zaman ağırdı.

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
456
Baskı Tarihi
2010
Yazılış Tarihi
1979
Baskı Sayısı
6. Baskı
Yayın Evi
e yayınları
Mütercimi
Belkıs Çorakçı
Orijinal Adı
Shibumi

Fark

Nicholai'yi asıl sıkan onların bu eşitlik iddiası değildi. Kültürel bir karmaşıklık içinde bulunmalarıydı. Amerikalılar hayat standardını, yaşam kalitesiyle karıştırıyorlardı. Fırsat eşitliğini kurumlaşmış beceriksizler ordusuyla, ataklığı cesaretle, sertliği erkeklikle, özgürlüğü serbestlikle, çok laf etmeyi canlılıkla, eğlenceyi zevkle karıştırdıkları gibi.

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
456
Baskı Tarihi
2010
Yazılış Tarihi
1979
Baskı Sayısı
6. Baskı
Yayın Evi
e yayınları
Mütercimi
Belkıs Çorakçı
Orijinal Adı
Shibumi
Neden Altını Çizdim?
on yıllık tecrübeleriyle ovünenler...

Tecrübe

Bazı el sanatçıları yirmi yıllık tecrübeleriyle övünürler. Oysa aslında bir yıllık tecrübeyi yirmi kere geçirmişlerdir. Sen bu hataya düşme. Senden büyüklerin tecrübe avantajına da kızma. Unutma ki onlar bu tecrübeyi kazanmak için karşılığını hayat keselerinden ödemişlerdir. Yeniden dolduralamayacak bir keseden. ... Sonra yaşlıların tecrübelerinden yararlanmak isteyeceklerini de hatırından çıkarma. Ne de olsa ellerinde ondan basşka birşey kalmamıştır artık.

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
651
Baskı Tarihi
Kasım 2009
Yazılış Tarihi
1968
ISBN
975-273-133-3
Baskı Sayısı
7. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İthaki
Editörü
Sevengül Sönmez

Yiğit gitti, can kalmadı, nam kaldı. Ne mutlu!

Yiğit Ertuğrul Bey'imizin şahana benzer canı, gerçek mutluluk evine gitti. Bu yeri bırakıp gidenlerin birincisi Ertuğrul Bey'imiz değildir! Dertlenme! Ölüm geldi! Yiğit gitti, can kalmadı, nam kaldı. Ne mutlu!

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
419
Baskı Tarihi
2010
Yazılış Tarihi
1935
ISBN
978-975-07-0776-6
Baskı Sayısı
7. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Can
Orijinal Adı
The Clown and His Daughter
Sinekli Bakkal, Halide Edip Adıvar'ın ünlü romanıdır. İlk olarak İngilizce The Clown and His Daughter, (Soytarı ile Kızı) adıyla 1935 yılında Londra'da yayımlanmıştır. Türkçe olarak ilk defa 1935 yılında Haber gazetesinde tefrika edildi. Daha sonra 1936 yılında kitap olarak basılmıştır. 2006 itibariyle 37. basımı yapılmıştır. Birçok yabancı dile çevrilen roman, 1942'de CHP Roman Armağanı'nı kaz
Neden Altını Çizdim?
Roman yazarlığı budur işte!

Babası ve Oğlu

Selim Paşa, Rabia'nın sesini nasıl terbiye ettireceğini uzun uzun Sabiha Hanım'a anlatırken kapı açıldı. Hilmi girdi. Baba oğul, nerede karşılaşsalar yüzlerinde hâsıl olan ifade, hep birdi. Hilmi'nin hafifçe kaşları çatılır, Paşa içinin acılığını, inkisarını örtmek için yüzüne yarı istihfafkâr yarı lakayt bir maske takınır. Zaptiye Nazırı oğlunu, zamanında çil çeyrek gibi hep bir çırpıda kesilmiş "Paşazade" örneklerinden biri diye görür. Kıyafeti onlara benzemez değil. Pantalon çizgilerine mübalâğalı bir ehemmiyet verir, yeleği, ceketi kusursuz kesilmiştir. Fakat ona rağmen seçtiği renklerin koyuluğu, boyun bağında hiç fantaziye kapılmaması zevkinde bir başkalık, bir durgunluk olduğunu gösterir. Yüzü de ilk görüşte, o mübarek örneğe benzer. Mini mini, zarif bıyıklar, kansız, ince, azıcık dejenere bir sima. Fakat dikkat edilirse, yüzünde, onu züppelikten kurtaran iki aza vardır: Biri, gözleri ve bakışının manası; öteki, ağzı ve dudaklarının ifadesi. Gözleri, düşünen, hem derin düşünen adamların dalgınlığı, hususiyetiyle başka gözlerden ayrılır. Ağzının çizgileri sarih ve temizdir, dudaklarında temiz yaşamış ağızların topluluğu, rakik mizaçlı bir adamın tatlılığı vardır. Sefahatla cinsî hayatlarının suiistimaliyle çirkin, gayri muayyen bol dudaklı paşazadelerden onu, bu sevimli ve kuvvetli ağız derhal ayırabilir. Fakat bunu Selim Paşa farketmez. Kendi canlı, kanlı, hatta biraz yırtıcı hilkatine hiç benzemeyen bu oğul, onun hayatî emellerini yanlış yoldan sürükleyecek bir neslin numunesi Onda iyi bir şey görmek kabil mi?