Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
0
Baskı Sayısı
0. Baskı
Yayın Evi
Klasik yayınları

Ağır ceza süresi

Hüküm ne kadar ağırsa, bu sonuca ulaşılması ve bunun kabul edilmesi de o kadar kolay olur. Kanıt yokluğunda , ağır cezanın kendisi suçun kanıtı haline gelir. Çünkü sokaktaki insan şöyle akıl yürütür: "Eğer suçlu olmasaydı, 15 yıl değil, iki bilemedin üç yıl yerdi." Açık ve kati suç kanıtlarının yokluğunda, hafif bir cezanın kendisi şüphe götürür ve yetkililerin bile kendilerinden emin olmadığını gösterir. Sert bir cezanın verilmesi durumunda bu tür şüpheler izole edilmiş olur. Bunun için masum bir adam cezanın iki katını alır.

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
155
Baskı Tarihi
1975
Baskı Sayısı
7. Baskı
Yayın Evi
Ötüken
Eser, 1975 yılında Peyami Safa Roman Yarışması’nda Başarı Ödülü almıştır. Konusunu son yüz elli yılın toplumsal yaşamından almıştır. Bir sokak çerçevesinde insanlardaki de­ğişim ve aldatılmış insanlığın dramı ele alınmıştır. Bahaettin Özkişi, Sokakta romanında, manevi değerleri hiçe sayan materyalizmin ülkeyi istilası an­latılmaktadır. Cin ve şeytanlar gibi fantastik öğelerin bulun­duğu romanda millî değerler ve inançların yok oluşu mühim bir yer tutar.
Neden Altını Çizdim?
İmam-hatip liselerine yapılanlara bu gözle de bakmak lazım!

Caminin ve Din adamının susturuluşu

Cami şehrin süsü olmaktan öte bir fonksiyona sahip değil di artık. Din adamı da öyle... Düşünen kafalar onların tamamen kaldırılmasının kamu oyunda da ters tepkilere yol açacağını biliyorlardı. Bu fikirden hareket edilerek zaten son yüz yıldır geriye itilmiş din adamları elden geldiği kadar değersiz insanlar arasından seçildi ve açlığa mahkum edildi. Artık onlar toplumun ianesine muhtaç edilmiş, kültürden yoksun küçük bir topluluktu. Böylece caminin fonksiyonerliği kolayca sıfıra indirildi

Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
264
Baskı Tarihi
2005
Yazılış Tarihi
1981
ISBN
975-437-016-8
Baskı Sayısı
14. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Ötüken Neşriyat

Osmanlı ve Sonrası, Yeni Bir Dünya

Osmanlı İmparatorluğu'nun sınırları içinde bulunan ülkelerde, imparatorluğun yıkılmasından sonra iktidara gelen elitler kendi iktidarlarına bir meşruiyet kazandırmayı başaramamışlardır. Buralarda Avrupa nasyonalizmini körü körüne taklit eden "reaktif milliyetçi" hareketlerin, Batılı anayasaların ve Cermen idealistlerine mahsus otoriter düşüncenin, son yıllarda ise Marksizmin ve sair sosyalizm çeşitlerinin benimsenmesi hiçbir ömürlü ideolojik senteze yol açmadı. Mesela Mısır'da Nasır kendi karizmatik gücü sayesinde nasyonalist, laik, devletçi bir politikayı memleketin askeri ve sivil bürokrasisine ve aydınlarına benimsetmeyi başardı, ancak bu karizmatik güç onun hayatıyla kaim olduğu için, ölümünden sonra başka ideolojik hareketler ortaya çıktı. Baas ve Burgibacılık gibi hareketlerin devletçi politikaları, Suudi Arabistan, Şah İran'ı ve Körfez devletleri ve Ürdün'ün gelenekçi İslami bağlarla kral otoritesini meşrulaştırmaya çalışmaları, Mısır'da subaylarla teknokratlar oligarşisinin İslamiyet ve sosyalizm karışığı bir ideoloji ile desteklenmesi çabaları hiçbir zaman istenilen başarıyı sağlamaya yetmemiştir.

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
0
Baskı Tarihi
2000
ISBN
975-7462-94-2
Baskı Sayısı
3. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Dergâh
Ahmet Hamdi Tanpınar'ın çeşitli gazete ve dergilerde yayımlanmış yazılarından derlenen "Yaşadığım Gibi" yazarın, şair, hikayeci - romancı ve edebiyat tarihçisi olarak millî kültürümüzle ilgili özlü fikirlerini yansıtmaktadır.
Neden Altını Çizdim?
Yahya Kemal ve etrafında onu dinleyen talebeler gözümün önünde canlanıyor... 1920'ler... Savaştan yorulmuş, yorgun bir medeniyetin, gelecek istibdat dolu yıllardan henüz habersiz gençleri, bugün artık çok kimseye hitap etmeyen heyecanlarla bir hocanın etrafında halkalanmışlar... Zaman başka türlü ve başka hızla akmış gitmiş meçhule...

Böyle Hoca Böyle Talebe...

Ruhunun ateşiyle bizim genç varlıklarımızı yoğurmaya çalışan bu inanmış adamı (Yahya Kemal'i) sevmemek kabil değildi. Onu ilk önce sadece güzel birşey tadar gibi dinledik. Sonra, irticalî ve yüksek bir maharet, kendini tüketmekten hoşlanan bir heyecan sandığımız şeyin altında gizlenen ana fikri farkettik. Filhakika Yahya Kemal, bize bu sohbetlerde ve derslerde, uzun tefekkürünün meyvası olan çok dinamik realite ile gerek aktüel, gerek tarihî mânâlarında temas halinde bulunan bir milliyet anlayışını getiriyordu. Bu milliyetçilik, hızını tarihten alıyordu. Fakat bu, kitaplarda olduğu gibi satır ve kelime halinde kalmış bir bilgi şeklinde bir tarih değildi. Belki toprağa bağlı, onunla beraber yoğrulan ve inkişafını yapan ve böyle olduğu için insanı hakikî buudlan ve kıymetleri ile yakalamaya muvaffak olan bir tarihti. Bu tarih anlayışı bütün bir san'at ve edebiyat programıydı ve milliyet mefhumunun mucizesi ve yapıcı sırrı olan devam fikrini kendiliğinden ihtiva ediyordu. Onu dinlerken bütün Türk tarihi, kendimizi anlamak için sırrını sorup öğrenmeye mecbur olduğumuz bir alem gibi önümüzde canlanıyordu. Bizden evvel gelmiş, ömürlerinin macerasıyla, iman ve aşklarıyla bize bugünkü benliğimizi, bir ağacın meyvasını hazırlar gibi hazırlamış olan insanları anlamak için ne yapmıştık? Etrafımızdaki âbidelere, bu güzel şehre, Boğaziçi köylerine ve İstanbul'un ücra semtlerine, onlara dair soracağımız ne kadar çok şey vardı; ve bütün vatan böyle değil miydi? İşte bundan yirmi sene evvelin gençleri, etrafına toplandıkları, ancak on, onbeş yaş kendilerinden ilerde ustalarını, yumuşak bakışlı ve sabırlı işçi elli fikir atletini dinlerken böyle düşünüyorlardı. Cumhuriyet, 28 Temmuz 1942

Türü
Hatırat
Sayfa Sayısı
384
Baskı Tarihi
2005
Yazılış Tarihi
1982
ISBN
975-00125-1-8
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Doğu Kütüphânesi
Editörü
Halil Açıkgöz
Bu kitabın yazarı aslında Halil Açıkgöz ancak altını çizdiğimiz tüm satırlar Cemil Meriç'e ait olduğundan yazarı Cemil Meriç olarak girdik.
Neden Altını Çizdim?
Cemil Meriç'in yanında olup bu ve benzeri değerlendirmeleri kendinden dinlemeyi ne kadar isterdim...

Süleyman Nazif

Süleyman Nazif şâirdir, nâsir değil. Makaleleri toplanabilir. Bir tefekkür değil, bir heyecandır Süleyman Nazif. Şimdi övdüğünü biraz sonra yerin dibine batırır. Tarihin Yılan Hikâyesi diye bir kitabı vardır. Bir kuyumcuydu kendisi. Alev kelimesini ayın ile yazardı. Neymiş efendim, göze daha hoş görünüyormuş.

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
438
Baskı Tarihi
Mayıs 2008
ISBN
978-975-9169-77-0
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Kırmızı
Editörü
Fahri Özdemir
"Bu çıkmazı aşmak için, bir zihin devrimine gerek vardır. Türkiye'de çağdaş ve özgürlükçü düşünce, kendisini yetmiş veya seksen yıldan beri cenderesine alan ipoteği atmalı, Türk modernleşmesinin tarihi eleştirel bir gözle yeniden değerlendirilmelidir." Ancak bu kambur atıldıktan sonradır ki, Kemal Atatürk adındaki parıltılı ve trajik insan, gerçek boyutlarında ele alınabilir; Türkiye gibi toplumlarda yüzyılda bir yetişen bu büyük kabiliyet, olağanüstü ihtirasları ve olağanüstü hatalarıyla, tarihte ait olduğu yere konabilir."

Kuduz Aşısı

Matbaanın gecikmesi, Osmanlı devletinin Batılılaşmaya karşı tutumunun göstergesi midir? Gutenberg'in 15.ci yüzyılda icat ettiği matbaanın Türkiye'ye (daha doğrusu Türkçe'ye) ikiyüzyetmiş yıl gecikmeyle girmesi, Osmanlı devletinin Batı kaynaklı gelişmelere karşı olumsuz tutumunun bir simgesi olarak sıklıkla anılır. Osmanlı devleti, hiç şüphesiz varlığının ve öneminin bilincinde olduğu halde, matbaa gibi önemli bir yeniliğe yüzyıllarca direnmiştir. Lale Devrinde kurulan basımevi bile Patrona Halil isyanında etkinliğini yitirecek, ve matbaa Türk toplumuna kalıcı olarak ancak 19.cu yüzyıl başlarında girecektir. Kemalist devrim, yaygın kanıya göre, işte bu bağnaz yapının kırılmasını sağlamıştır. Halil'den Hamit'e Gösterilen örnek hakikaten çarpıcıdır. Ancak aynı derecede çarpıcı olan husus, Osmanlı devletinin 1826'dan sonra geçirdiği değişimdir. Batı dünyasına yüzyıllarca sırtını çeviren Osmanlı devleti, 19.cu yüzyıldaki reform atılımıyla, başka pek çok ülkeden – bu arada Japonya'dan – daha önce ve daha hızlı bir şekilde Batı'ya yönelmiştir. Değişimin küçük fakat ilginç bir örneği, kuduz aşısı konusunda izlenebilir. Fransız hekimi Louis Pasteur kuduz aşısını keşfettiğini 26 Ekim 1885'te bilim dünyasına ilan etmiştir. 8 Haziran 1886'da II. Abdülhamid, insanlığa yararlı keşfinden ötürü kendisine birinci rütbeden Mecidiye nişanı ve 10.000 Osmanlı lirası ödül ile birlikte, staj için bir Osmanlı hekim heyeti gönderir. İstanbullu bir Rum olan Zoeros Paşa başkanlığındaki heyet, altı ay Pasteur'ün yanında eğitim gördükten sonra İstanbul'a dönerek yeryüzünün üçüncü kuduz hastanesi olan Dâülkelb ve Mikrobiyoloji Ameliyathanesini kurar. Türkiye'de ilk kuduz aşısı 3 Haziran 1887'de uygulanır.

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
0
Baskı Sayısı
0. Baskı
Yayın Evi
Kaknüs Yayınları
1969 Malatya doğumlu Mehmet Efe, Mızraksız İlmihal’de 80’li yıllarda “İslamcı” genç kuşağın öyküsünü anlatıyor. Bu kuşağın en acılı tecrübesi başörtüsü yasağıdır. Mehmet Efe, kendi içinde yaşadığı süreci anlatırken kendi kuşağında kişilik bölünmesi gibi bir inanç bölünmesi, bilinç sapması ya da perspektif kısırlığı olduğunu fark eder. Efe kitabında, artık kendimizden başlayarak, herşeyi açıklığa kavuşturmanın zamanı gelmeli, diyor. Müslüman olarak tabir edilen insanların da bu dünyaya ilişkin problemleri, karın ağrıları, dahası kimi özlem ve tutkuları olduğunu dile getiriyor.

Taşralıyız biz abicim

Hemen hemen hepimiz yoksul ailelerden geliyorduk. Hemen hemen hepimiz köylü, kasabalı ya da kısaca: Taşralıydık. Karşı çıktığımız şeylerin bir çoğu, hiçbir zaman sahip olmadığımız şeylerdi.

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
0
Baskı Sayısı
0. Baskı
Yayın Evi
Kaknüs Yayınları
1969 Malatya doğumlu Mehmet Efe, Mızraksız İlmihal’de 80’li yıllarda “İslamcı” genç kuşağın öyküsünü anlatıyor. Bu kuşağın en acılı tecrübesi başörtüsü yasağıdır. Mehmet Efe, kendi içinde yaşadığı süreci anlatırken kendi kuşağında kişilik bölünmesi gibi bir inanç bölünmesi, bilinç sapması ya da perspektif kısırlığı olduğunu fark eder. Efe kitabında, artık kendimizden başlayarak, herşeyi açıklığa kavuşturmanın zamanı gelmeli, diyor. Müslüman olarak tabir edilen insanların da bu dünyaya ilişkin problemleri, karın ağrıları, dahası kimi özlem ve tutkuları olduğunu dile getiriyor.

Keder

Ve defter, bir hadisle bitiyordu: "Ümmetimin öncekileri, sonrakilerden hayırlıdır. İkisinin arasında keder vardır." Bu hadisi ilk kez görüyordum, "ikisinin arasında keder...!"

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
0
Baskı Sayısı
0. Baskı
Yayın Evi
Kaknüs Yayınları
1969 Malatya doğumlu Mehmet Efe, Mızraksız İlmihal’de 80’li yıllarda “İslamcı” genç kuşağın öyküsünü anlatıyor. Bu kuşağın en acılı tecrübesi başörtüsü yasağıdır. Mehmet Efe, kendi içinde yaşadığı süreci anlatırken kendi kuşağında kişilik bölünmesi gibi bir inanç bölünmesi, bilinç sapması ya da perspektif kısırlığı olduğunu fark eder. Efe kitabında, artık kendimizden başlayarak, herşeyi açıklığa kavuşturmanın zamanı gelmeli, diyor. Müslüman olarak tabir edilen insanların da bu dünyaya ilişkin problemleri, karın ağrıları, dahası kimi özlem ve tutkuları olduğunu dile getiriyor.

Nurhan'ın İlmihali

Güçlüydü günahlar, güçlüydü peygamberler Tanrım, biz ne kadar da güçsüz kaldık... Veliler, ızdırapların çocuklarıydı, Biz ızdıraptan da zevkten de, senden de mahrum kaldık. (Hüsrev Hatemi)