Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
287
Baskı Tarihi
2007
ISBN
978-975-470-599-7
Baskı Sayısı
14. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Editörü
Mahmut ali Meriç
Aydın mı dersiniz, entelektüel mi dersiniz? İki kavrama farklı anlamlar mı yüklersiniz? Aydınlardan/ entelektüellerden çok şeyler mi beklersiniz, hiçbir şey beklemez misiniz?.. Öyle ya da böyle, kültürle derinlemesine alışveriş kaygınız varsa, zaman eksenine düşünce mesaisi düşürebiliyorsanız, bu kavramlar üzerine kafa yorarsınız, bu sorulara cevap ararsınız, ufuk ararsınız. Cemil Meriç’in “hakikatte içi de, dışı da bir” mağarayı anlattığı kitap, Mağaradakiler, bir “geniş ufuk” kitabı.
Cübbesi yaldızlı piskopos veya posta bürünen sıska, sarı, pasaklı keşiş önünde, Hıristiyanlığı kabul eden Germen...
Cübbesi yaldızlı piskopos veya posta bürünen sıska, sarı, pasaklı keşiş önünde, Hıristiyanlığı kabul eden Germen, bir sihirbaz karşısındaymış gibi korku duyar. Av dönüşü veya içki sonrası kendine gelince esrarlı ve muhteşem bir mavera rüyasına kapılır, bilinmeyen bir adalet hülyasına dalar. Uykudaki vicdanı beklenmedik tehlikelerin tehditiyle sesini yükseltir. Bir mabedi mi soyacak, sakın gözlerim kararıp acılar içinde kıvranmayayım diye, duraklar. Onu rahibin himayesi altında yaşayanların toprağına, köyüne, kentine saldırmaktan alıkoyar bu endişe. Hayvanca bir öfkeye veya ilkel bir içgüdüye kapılır da cana kıyar veya hırsızlık ederse, felâket veya hastalık günlerinde pişman olur. Çaldığının iki katını, on katını, hatta yüz katını ödemeye kalkışır ve adaklar verir kiliseye. Rahipler böylece bulundukları her ülkede yenilenler ve ezilenler için sığınaklar kurdular ve gittikçe genişlettiler onları. Uzun saçlı başbuğların, kürklü hükümdarların yanında taçlı piskoposla başı traşlı papaz da yer almaya başladı. Eli kalem tutan ve konuşmasını bilen yalnız onlardı.
Kâtiptiler, müşavirdiler, din bilgini idiler. Fermanları yazar, yönetime katılırlardı. Hükümet aracılığıyla cihanşümul düzensizliğe bir parça düzen vermeye, kanunları daha akla uygun, daha insanca yapmaya, takvayı, irfanı, adaleti, mülkiyeti ve bilhassa aileyi sağlamlaştırmaya veya ayakta tutmaya çalışırlardı. Şüphe yok ki medeniyeti onlar kurdu, evet yarım yamalak, şöyle böyle, zaman zaman yok olan bir medeniyet. Ama Avrupa'yı bir Moğol anarşisine yuvarlanmaktan bu medeniyet korudu. XII. asrın sonlarına kadar hükümdar rahibin baskısı altındadır. Ne var ki rahip bu nüfuzunu hükümdarın ve daha aşağıdakilerin hayvanca iştihalarını, kanın ve etin ayaklanışlarını ve toplumu tahrip eden vahşet nöbetlerinin nüksetmesini önlemek için kullanır. Yalnız o kadar mı? Kiliselerinde ve manastırlarında insanoğlunun irfan hazinelerini de korur rahip: Latinceyi, hıristiyan edebiyatını ve din bilimini, Eski Çağ edebiyat ve ilimlerinin bir kısmını, mimariyi, heykeli, resmi, ibadete yardımcı sanat ve hirfetleri, insana ekmek, giyecek, mesken sağlayan daha değerli sanatları, yağmacı ve tembel barbarın serseri mizacına ters düşen ve beşerî fetihlerin en mühimi olan çalışma zevkini ve alışkanlığım. Roma'nın haracı, isyanlar, Germen istilâsı, eşkiya saldırıları yüzünden harab olan köylerde çalışır ve dikenler arasında kulübesini yükseltir papaz. Etrafında bir zamanlar ekilip biçilen geniş kıraçlar vardır. Yoldaşları ile el ele vererek bu çorak toprakları temizler, yarı vahşî hayvanları ehlileştirir, bir çiftlik, bir değirmen, bir demir ocağı, bir fırın, kundura ve elbise atölyeleri kurar. Tarikatın emrine uyarak her gün iki saat okur, yedi saat elleriyle çalışır. Kût-u lâyemutla yaşar. Kafasıyla çalışır, can-u gönülden ve istikbali düşünerek; öteki insanlardan daha çok üretir. Kanaatkardır, tedbirlidir, tutumludur;
Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
248
Baskı Tarihi
Temmuz 2009
Yazılış Tarihi
1990
ISBN
978-975-550-004-9
Baskı Sayısı
17. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
İnsanlar "kuru et yiyen bir kadının oğlu" olan bir Peygamber yerine, elmas taçlı, sırma kaftanlı bir "Peygamber" tasavvur ediyorlardı. Yalnız tasavvur etmekle kalmıyorlar, ömrü boyunca bunlardan nefret eden ve uzak duran Nebi´den geriye kalan hatırayı bu tasavvura uygun aksesuarlarla süslüyorlardı. Yani insanlar "bir kul gibi yeyip bir kul gibi yaşayan" bir peygambere inanmak yerine, tasavvurlarında kayser ve kisra´ya benzettikleri bir peygambere inanmayı yeğliyorlardı. Özetle insanlar "bir kul gibi yaşamak"tan daha çok "kayser ve kisra gibi yaşamaya" taliptiler.
Allah'a itaat etmeyene siz de itaat etmeyin.
Halkın hür biati üzerine hilâfeti kabul eden Ömer b. Abdülaziz onları şöyle uyarır:
"Bu ümmetin bireyleri arasında Rableri, Nebileri ve Kitabları konusunda herhangi bir ihtilâf yoktur. İhtilafların tümü dinar ve dirhem yüzündendir. Vallahi kanunsuz ve haksız olarak ne bir kimseye bir kuruş veririm, ne de alırım. Hakkı olanın hakkını reddetmem."
"Ey insanlar! Allah'a itaat edene itaat etmek şarttır. Allah'a itaat etmeyene siz de itaat etmeyin. Bu ilkeye uyduğum sürece siz de bana uyunuz, değilse bana itaat etmeyiniz. Çünkü ben Allah'a itaat etmediğim zaman sizin üzerinizde itaat gibi bir yükümlülük kalmaz.
Türü
Roman
Sayfa Sayısı
701
Baskı Tarihi
2009
Yazılış Tarihi
1941
ISBN
978-975-10-3025-2
Basım Yeri
İstanbul
1888 yılında Beylerbeyinde doğan Refik Halid, 18.yüzyıl sonlarında bir kolu Mudurnudan İstanbula göçen Karakayış ailesindendir. Galatasaray Sultanisi ve Mekteb-i hukuk da okuyan yazar, Meşrutiyet sıralarında gazeteciliğe başlamıştır.Kısa sürede üne kavuşmuş Fecri Ati edebiyat topluluğunun kurucularından olmuştur. Kirpi adıyla taşlamaları ve siyasal yazıları sonucu İttihat Terakki hükümetince Anadolu nun çeşitli illerinde 5 yıl sürgüne gönderilmiş, ancak 1.Dünya Savaşının son yılı İstanbula dönebilmiştir.Dönüşünde Robert Kolejde Öğretmenlik, Sabah Gazetesi başyazarlığı, ilk kez Posta-Telgraf Genel Müdürlüğü yapan Refik Halid, bu ara tanınmış Aydede mizah dergisini de çıkarmıştır. Bazı siyasal davranışları yüzünden memleketten ayrılmak zorunda kalan yazar, Halebe yerleşerek Vahdet Gazetesini çıkarmış, Hatayın Türkiyeye bağlanmasında yazıları ve çalışmaları ile katkıları olmuştur. 1938de yurda dönen Refik Halid, çeşitli dergi ve gazetedeki günlük yazıları ve 20 kadar romanı ile yaşamını sürdürmüştür. 18.7.1965 tarihinde İstanbulda ölen yazar; tekniği, dilinin güzelliği, taşlamalarının inceliği ve tasvirlerinin kuvveti ile ün yapmış, Modern Türk Edebiyatının temel taşlarından biri olmuştur. (Arka Kapak)
Neden Altını Çizdim?
Romanda İrfan, Hediye'nin eşidir.
İnsan çürümeye mahkûm bir varlık değildir...
Bahçeyi dolaşmak vesilesiyle beraber çıktıkları vakit ablasına birdenbire dedi ki:
"Ben artık dönmeyeceğim; evime temelli geldim. Dur, söyleyeceğim: Hani düğünde sakallı bir adam vardı, kadınlar etrafından ayrılmıyordu... Bu bir Şeyh'miş, bizimkilerin ve İrfan'ın Şeyhi... Tapıyorlar ona... İstediler ki ben de öyle yapayım... Ama, anlıyor musun? Ne arzu ederse hepsini... Asıl zorlayan da İrfan. Aylardan beri didişip duruyorum; artık canıma tak dedi."
Hediye ilk önce işi kavrayamadı; zira havsalasının alamayacağı bir şeydi bu... Nihayet kavradı; o derece şaştı, sersemledi ki bir ağaca dayanmaya mecbur oldu. İki kardeş yaşlı gözlerini, birbirlerinden utanarak yere eğmişlerdi. Şeyh muradına ermemiş olmakla beraber böyle bir şeyi aklından geçirdiğini düşünerek olmuşçasına mahcuptular. İkisinin düşünce ve endişesi bir noktada birleşti: "Anamız ne kadar üzülecek!"
Şu var ki az sonra ferahladılar. Bir felaket önlenmiş, atlatılmıştı; epeyce zor günler, aylar geçirecekler, mahkemelere girecekler, uğraşacaklardı ama aile namusu kurtarılmıştı. Hediye, küçük kız kardeşine sarıldı, onu derin şefkatine eklenen bir hürmetle kucakladı, öptü, okşadı.
Süha Kalenderli bu sahneyi görse ve bu ahlaklı duyguları öğrenseydi insan cemiyetinin bir tarafından başlayınca bütünü ile kokmaya, çürümeye mahkûm bir varlık olmadığına, sağlam kalmış unsurlardan kuvvet alarak tutunduğuna inanırdı. Ayrıca bu tutunmanın güzelliğini, şiirini de beğenirdi.
Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
253
Baskı Tarihi
Eylül 2009
ISBN
978-975-253-978-2
Baskı Sayısı
3. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Editörü
Emine Eroğlu
Modern(leşmiş) okur-yazarların katı reflekslerinin aksine Hilmi Yavuz, şiirsel-düşünsel serüveninin başından beri çokyönlü okumalarıyla, kendine özgü bir yol üzerinde yürüyerek, özellikle tasavvuf irfanından devşirdiği birikimi ve inşa ettiği duyarlılığı hem şiiri hem de düzyazıları açısından temel bir kaynak haline getirmiştir.
İslam’ın Zihin Tarihi de şiirden felsefeye, tasavvuf irfanından siyasete geniş bir ilgi alanına ilişkin tecessüsünü dersleriyle, söyleşileriyle ve yazılı tanıklıklarıyla dile getiren Hilmi Yavuz’un İslam üzerine yazdığı makalelerden oluşuyor.
Yaban toplumlarda büyü-din ve bilim ilişkisi
Büyünün, 'ilkel bir bilim' olduğu görüşü de antropologlar tarafından öne sürülmüştür, Edward Tylor, bu görüşü savunanların başında gelir. Tylor'a göre, hem büyü hem de bilim nedensellik ilişkisine dayanır.
Tylor'un büyüyü, nedensellik dolayımında ilkel bir bilim saymasında, yadırganacak bir yan yoktur. Büyünün bu anlamda ilkel oluşu, bilimden farklı olarak sürekli aynı olguyu, istenen sonucu vermiyor olmasına karşın, 'neden' olarak varsayıp sınamaya devam etmesidir.
Bilineni yineleyelim: Bilimde bir olgu, varsayım (hipotez) olarak öne sürülüp sınanır, istenen sonuç alınamıyorsa, bu varsayımdan vazgeçilerek, başka bir varsayımın sınanmasına geçilir. İstenen sonuç alınıncaya kadar bu sınamaya (deneme) ve vazgeçmeye (yanılma) devam edilir.
Büyü pratiğindeyse durum böyle değildir. Sonuç alınamasa da büyücü, deyiş yerindeyse, aynı olguyu bir neden olarak kullanmaya devam eder. Evans-Pritchard, büyü pratiğinin bir olguyu, sonuç vermediği halde kullanmayı sürdürmesini, büyü yapan yaban insanın 'nesnel gerçeklik' düşüncesinden yoksun olmasına bağlar. Levy-Bruhl'e göre ise, yaban (ya da onun deyişiyle, prelojik) zihin, deneye karşı şerbetlidir (impermeable).
Wittgenstein, Tylor'un büyünün nedensellik ilişkisine dayandığı düşüncesini toptan reddeder. Ona göre, büyü bir dileğin dile getirilmesinden başka bir şey değildir.
Örneğin, tarlasından iyi ürün alınması için büyü yaptıran bir çiftçi, büyü yaptırdığı için tarlasını sulamak ya da gübrelemekten vazgeçmez. Büyü, bu anlamda bir dilektir, o kadar! Askerdeki oğlunun fotoğrafını öpen kadın, o öpücüğün oğlunun yanağında da hissedileceğini düşünmez, Wittgenstein'a göre o öpücük, kadının oğluna duyduğu özlemin ve onun sağ salim evine dönmesi dileğinin ifadesidir.
Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
287
Baskı Tarihi
2007
ISBN
978-975-470-599-7
Baskı Sayısı
14. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Editörü
Mahmut ali Meriç
Aydın mı dersiniz, entelektüel mi dersiniz? İki kavrama farklı anlamlar mı yüklersiniz? Aydınlardan/ entelektüellerden çok şeyler mi beklersiniz, hiçbir şey beklemez misiniz?.. Öyle ya da böyle, kültürle derinlemesine alışveriş kaygınız varsa, zaman eksenine düşünce mesaisi düşürebiliyorsanız, bu kavramlar üzerine kafa yorarsınız, bu sorulara cevap ararsınız, ufuk ararsınız. Cemil Meriç’in “hakikatte içi de, dışı da bir” mağarayı anlattığı kitap, Mağaradakiler, bir “geniş ufuk” kitabı.
Neden Altını Çizdim?
Cemil Meriç entelektüel soy ağacının ilk dallarından saydığı rahipleri böyle anlatıyor. Ona göre çivisi çıkan, vahşileştikçe vahşileşen barbarlar dünyasında onlar olmasa bir nizam, intizam sağlanması mümkün olamayacaktı. Değişik, orjinal, hakperest bir bakış...
Rahipler ve Kilise
Taine der ki: "1789 Fransa'sında, üç nevi insan, devletin en yüksek makamlarını işgal ediyordu: Rahipler, soylular, kral.
Bütün nimetler onlarındı: iktidar, servet, itibar, yahut hiç değilse, imtiyazlar, vergiden muafiyet, ihsanlar, arpalıklar, tercihler, vs. Uzun zamandan beri başta bulunduklarına göre, haketmişlerdi bu mevkileri. Filhakika, yüzyılları kucaklayan büyük bir emek sayesinde modern toplumun üç esas temelini birbiri ardınca onlar inşa etmişlerdi. Üst üste kurulan bu üç temelden en eskisi ve en derini rahiplerin eseriydi. Bin iki yüz yıl, hatta daha fazla, hem mimar, hem işçi olarak çalışmışlardı. Önce yalnızdılar, sonraları aşağı yukarı yalnız. İlk dört asır boyunca, dini ve kiliseyi kurdular. Bu iki kelime üzerinde duralım biraz:
İstilâya dayanan bir dünya, tunç bir makine gibi sert ve soğuk.. Yapısı icabı, kendi insanlarında hareket kabiliyetini ve yaşama arzusunu yok etmeye mahkûm. Rahipler böyle bir dünyaya "kurtuluş" müjdelemiş, cenneti vaad etmiş, Tanrı'ya tevekkülü öğretmiş, sabrı, iyiliği, alçak gönüllülüğü, feragati, şefkati telkin etmiş; Roma'nm yeraltı zindanlarında boğulan insanoğluna nefes alabileceği, gün ışığını görebileceği pencereler açmıştı. Din buydu işte. Gittikçe ahalisi azalan, gittikçe çözülen ve ister istemez her saldırıya açık hale gelen bir ülkede, disipline ve kanunlara bağlı, bir hedef ve bir doktrin etrafında birleşmiş, inanmışların itaati ve baştakilerin fedakârlığı ile payandalanmış, yıkılan imparatorluğun gediklerinden akın akın gelen barbar dalgalarına karşı ayakta durabilecek canlı bir toplum yaratmıştı rahipler. Kilise de buydu işte.
Bu temeller üzerine inşaata devam edilir. İstilâdan başlayarak beş yüz yıl boyunca, rahipler, beşeri kültürden ne kurtarılabilirse kurtarırlar. Rahip, barbarları ya karşılar, ya sınırdan girer girmez etkisi altına alır. Ne büyük hizmet! Oysa Galya gibi Latinleşen, fakat fatihleri bir buçuk asır putperest kalan Büyük Britanya'da, sanat, endüstri, toplum, dil, her şey yok edilir. Halk ya kılıçdan geçirilir, ya kaçar. Yalnız köleler kalır ortada. Onların da izi silinip gider. Rahip, o yırtıcı insanları büyülemeseydi, Avrupa'nın akibeti de aynı olacaktı.
Türü
Hatırat
Sayfa Sayısı
416
Baskı Tarihi
2009
Yazılış Tarihi
1923
ISBN
978-975-10-2884-6
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Editörü
Aslıhan Karay Özdaş
Memleketimizde hiçbir anı Minelbab İlelmihrab kadar ilgi çekmemiş, Meclis'e kadar yansıyan gürültü koparmamıştır. İki kez yayını durdurulan eserin ancak 1948'de, yazarın ikinci Aydede dergisinde tam yayını mümkün olabilmiştir. Önemli yoğunluktaki yeniden basılması istekleri karşısında, hâlâ mizahi bir anlatımla o devrin tanınmış kişilerini gözümüzde canlandırdığına ve Mütareke yıllarına ışık tuttuğuna inanıyoruz. Bu anılar, yazarı dediği üzere, bir savunma olmayıp yalnızca günü gününe hislerin işlendiği Mütarake Devrinin özel bir tarihçesidir.
(Tanıtım Bülteninden)
Neden Altını Çizdim?
Menfa cezalarının çokça istimal ediildiği bu günler, muhtemelen yarının intikam peşinde koşacak politikacıları için bir kuluçka dönemi hazırlıyor...
Sürgün zararsız ve idari bir ceza değildir!
Genç politikacılara söylüyorum: Sakın İttihatçılar gibi siz de menfayı (sürgünü) zararsız ve idari bir ceza addetmeyiniz. Ben ne şöhret, ne makam hırsı ile fırkacı oldum. Beni Hürriyet ve İtilafa sokan Damat Ferit Paşa değildir; aleyhimde, bila sual ve cevap sürgün kararını verdiği için Talat Paşa'dır, Cemal Paşa'dır!
Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
592
Baskı Tarihi
2009
Yazılış Tarihi
1951
ISBN
975-7663-95-6
Baskı Sayısı
6. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Editörü
Aysel Yüksel
Yüz sene önceden bir Türkçe olimpiyadı prototipi!
Bir sene, mektepte tevzi-i mükafat (Talebenin muvaffakiyet gösterenlerine kitap dağıtma merasimine tevzi-i mükafat denirdi. ) vardır. Kırlarda, bahçelerde, deve üstünde durmadan şiir yazıp bazen de bunları besteleyen genç müdür, tevzi-i mükafat esnasında birkaçını çocuklara okutmuştur. Merasime davetli bulunan kimseler arasında Akkaş Hafız isminde gayet yaşlı bir zat vardır, vazifesi sabahtan akşama kadar Harem-i Şerif'te isteyenlere Kur'an-ı Kerim cüzü dağıtmak olduğu için hiçbir yere çıkmaz. Fakat mektep müdürünün rica ve ısrarına dayanamayıp o da toplantıya iştirak etmiştir. Bu mübarek insan Türk'tür, uzun seneler evvel memleketinden, Resülullah'ı ziyarete gelip, avdet edeceği gece rüyasında Cenab-ı Peygamber'den "Beni bırakıp nereye gidiyorsun?" hitabını alması üzerine mücavir olup kalmış bir kimsedir. İşte bu zat tevzi-i mükafatın ertesi günü Harem-i Şerif'e gelen mektep müdürüne doğru koşarak ellerini öpmek istemiş, heyecan ve mahcûbiyetle:
-Aman efendim, ben bu gece sizin yüzünüzden Resülullah'tan azar işittim. Merasim esnasında okuttuğunuz ilahiler için kendi kendime, Medine'de sadece Resülullah'a salat ü selam getirilir, Ken'an Bey burada neden bu bid'ati yaptı? dedim. İşte bu gece Cenab-ı Peygamber, "Onun işine ne karışıyorsun?" diye beni azarladı.
Türü
Hikâye
Sayfa Sayısı
364
Baskı Tarihi
Kasım 1999
Baskı Sayısı
4. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Lüzümsuz gerginlik
Büyüklük arzusunu,tatmin edilmemiş azamet duygularını bir yığın küçük şeylerle doyuran ve bu yüzden mesut olanlara hayatta ne kadar çok tesadüf ederiz. Şu karısını veya çocuğunu bir hiç için azarlayan koca veya babanın yüzündeki ifadeye bakın: size derhal Çaldıran meydanında Yavuz'u hatırlatmaz mı? Halbuki yaptığı iş ne kadar gülünç ve küçük. Pekala göz yumabileceği bir hiçin üzerinde ısrar etmekten başka bir şey değil: fakat gözlerinde yanan şimşeğe, dudaklarda titreyen hiddete ve yüzdeki heybete dikkat edin... Biraz sonra kendisininde lüzumsuz bulacağı ifratı,ne kadar ciddiyetle benimsemiş...
Sayfa Sayısı
352
Baskı Tarihi
1997
Yazılış Tarihi
1979
ISBN
975-437-065-6
Baskı Sayısı
8. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Türkiye’deki anarşinin otopsisidir. Romanda, yalnız boşa giden gençliklerin hikâyesini değil, içine düşürüldüğümüz kaosun çarpıcı grafiğini de bulacaksınız. Yıllardan beri Türkiye’de bütün görevleri, ödevleri ve sorumlulukları, dolayısı ile de toplum hayatımızı paslandıran kalleş demagojileri sergilemektedir. eri ve sorumlulukları, dolayısı ile de toplum hayatımızı paslandıran kalleş demagojileri sergilemektedir. İnsana ve insanın gerçek hayatına kurulan tuzağın romanlaşmasıdır bu kitap.
Bırakamadıklarımız hürriyetimizin sınırlarını belirler
Son yudumu da içti. Yalandı. Dudaklarını emdi. Bu arada yüzü sadece köşeli ve geniş bir çeneden ibaret kalmış gibiydi. Güldü:
- "Herkesin bırakamayacağı bir şey vardır ve ben insanları bırakamadıkları şeye veya şeylere göre değerlendiririm."
Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
220
Baskı Tarihi
1998
Yazılış Tarihi
1982
ISBN
975-437-042-7
Baskı Sayısı
7. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Hicret'in 15. asrına girdiğimiz şu yıllarda 'İslam bir inanç sistemi ve hayat nizamı olarak bütün dünyanın ilgisini çekmektedir. ''İslamın Bugünkü Meseleleri'' adıyla neşrettiğimiz eserde yazar, bu meseleyi sosyal ilimci gözüyle incelemişti. Bu kitapta ise, aynı metodla tasavvuf meselelerini ele almaktadır. Günümüzde tasavvuf Türk aydınının zihnini ne bakımlardan meşgul etmektedir? Çağımızın tarih, felsefe, sosyoloji-psikoloji bilgileri hesaba katıldığında, tasavvuf üzerinde nasıl bir değerlendirme yapılabilir? Tasavvufi düşüncenin geleceği ne olabilir? Tasavvufun İslam'daki yeri nedir?
İslam tasavvufu İslam dininin belli bir yorumudur.
İslam tasavvufu İslam dininin belli bir yorumudur.
Bazı müslümanlar Hicret'in ikinci ve üçüncü asırlanndan itibaren özellikle fıkıhçıların şekilci yorumu ile mu'tezilenin rasyonalist yorumu karşısında, bunlardan farklı bir din (İslam) anlayışı ortaya atmışlar, önce kendi hayat tarzlarıyla gerçekleştirdikleri bu anlayış, sonraları teorik bir yapı kazanmış, hatta teşkilatlanmıştır. Tasavvufi din anlayışının belirgin vasıfları Kur'an ve hadiste zahirden ziyade batına önem vermek; Yaratan ile yaratılan arasında varlık itibariyle ayrılık bulunmadığını, çünkü Allah'tan başka varlık bulunmadığını kabul etmek; İnsan'ın Allah'tan geldiği gibi yine Allah'a gideceğini, ancak bunun için mutlaka ölümü beklemek gerekmediğini, nefsi tertemiz kılmakla ezeldeki birliğe daha hayatta iken dönüleceğini iddia etmektir. (...) Maddi' şeyleri hor görmek, cemaatın umumi tutumundan ziyade kendi ferdi temayülüne ehemmiyet vermek, bilgi yolu olarak mistik sezgiyi kullanıp bunun dışındaki metodları da, onlarla edinilen bilgileri de hiçe saymak, ilh. Hemen söyleyelim ki gerek asli, gerek ikinci dereceden inanç ve temayüller itibariyle süfilerin aralarında birçok farklar vardır. Esasen sûfilik hiçbir zaman tam bir doktrin hüviyeti kazanmadığı gibi, sûfiler de hiçbir zaman belli bir zümre teşkil etmemişlerdir. Belki de bu dağınıklık veya çeşitlilik onlara ayrı bir hayatiyet kazandırmış bulunuyor.