Türü
Roman
Sayfa Sayısı
419
Baskı Tarihi
2010
Yazılış Tarihi
1935
ISBN
978-975-07-0776-6
Baskı Sayısı
7. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Can
Orijinal Adı
The Clown and His Daughter
Sinekli Bakkal, Halide Edip Adıvar'ın ünlü romanıdır. İlk olarak İngilizce The Clown and His Daughter, (Soytarı ile Kızı) adıyla 1935 yılında Londra'da yayımlanmıştır. Türkçe olarak ilk defa 1935 yılında Haber gazetesinde tefrika edildi. Daha sonra 1936 yılında kitap olarak basılmıştır. 2006 itibariyle 37. basımı yapılmıştır. Birçok yabancı dile çevrilen roman, 1942'de CHP Roman Armağanı'nı kaz

Deniz ve Sükûn

— Bu dalgaları martta görmeli, Rabia. Kudurmuş gibi kafalarını kayalarda parçalarlar. Öyle yaman bir saldırışları, ahenkleri vardır. — Bir gün sakin, telâşsız bir şeyden hoşlandığını işitmedim, Osman. — Sükûn? Sükûnun denizde ne işi var? Düşün, kim bilir üstünde kaç milyon adam ölmüştür! Kim bilir şimdi üstünde kaç milyon avare cesetsiz ruh dolaşıyor... Osman'ın elleriyle havayı göstererek, sırf şairane bir lâf diye söylediği bu sözler, Rabia'nın muhayyilesini harekete getirdi. — Buraya geleli perşembe, pazartesi ölülere Yasin okumayı bile unutuyorum. — Ölülerle senin ne alış verişin var, Rabia. Sen diriler için okuyorsun... Sen... — Her sabah namazından sonra inşallah denizde ölenler için ayrı bir Yasin okuyacağım. — Rabia, Rabia, bu eski, bu ölü şeylere gene dalma... Fakat Rabia onu artık işitmiyordu. Hafızasında solan eski sevgililer, eski şeyler dirilmiş, ona sitem ediyorlardı. Etrafını sevmek, etrafını düşünmek, bu Dede'nin bilerek, Tevfik'in bilmeyerek ona öğrettiği biricik hakikat... Biricik, insana sükûn veren, haz veren şey. Halbuki o, tam bir aydır hep kendisiyle, kendi saadetleriyle meşguldü. Bu sabah o saadet, Rabia'ya biraz bayat, biraz tatsız geldi.

Sayfa Sayısı
352
Baskı Tarihi
1997
Yazılış Tarihi
1979
ISBN
975-437-065-6
Baskı Sayısı
8. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Ötüken
Türkiye’deki anarşinin otopsisidir. Romanda, yalnız boşa giden gençliklerin hikâyesini değil, içine düşürüldüğümüz kaosun çarpıcı grafiğini de bulacaksınız. Yıllardan beri Türkiye’de bütün görevleri, ödevleri ve sorumlulukları, dolayısı ile de toplum hayatımızı paslandıran kalleş demagojileri sergilemektedir. eri ve sorumlulukları, dolayısı ile de toplum hayatımızı paslandıran kalleş demagojileri sergilemektedir. İnsana ve insanın gerçek hayatına kurulan tuzağın romanlaşmasıdır bu kitap.

Kelimesiz düşünce olmaz. Ama duygu olur.

- "Melal?" dedi, belli belirsiz bir iç çekişle de buruk buruk gülümsedi: "Gel de anlat bu kelimeyi, bu veya benzer şiirlerden öğrenmeyenlere! Osmanlıca-Türkçe sözlüğüne bakacak olanlara! Anlatamazsın ki.. ancak kendisiyle var olan.. açıklamaları usta yazarların metinlerinde bulunan kavramlardan biridir o. Ama, biliyor musunuz, melali -sözlük anlamını bilmeseler de- yaşayan insanlar her çağda olacaktır. Primitif dedikleri şeyin anlamı bu olsa gerek. Kelimesiz düşünce olmaz. Ama duygu olur. İlkel insan.. geri insan bu işte; duygularını dile getiremeyen.. dile getirilişini de anlayamayan!

Neden Altını Çizdim?
Müthiş bir tasvir gücü...

Çöl ve Bedeviler

Bedeviler uzamış mideli çocukları, çeneleri ve yanak etlerini yırtıp süsleyen kadınları, hasta kemikli, iskelet alınlı erkekleriyle her sabah elleri boş, ayakları yassı ve çıplak, gözleri müphem, birer birer bana gelirler. Akşama doğru ellerinde bulunmuş bir diken, tabanlarında kanı kurumuş ve siyahlanmış yeni bir yara ile dönerler. Bedevilerin yalnız gözleri güzel: Yaşayan, dönen, tecessüs eden gözler... Şunu hissettim ki, dağları, kumları ve ufukları ölü doğan çölde yaşayan şeyler iki kat yaşıyorlar. Burada gördüğüm ceylanlar birkaç defa daha gelip geçti. Ceylan gözleri çölün gözleri gibi. Sanki çölde esrarlı gözler doğuyor ve batıyor. Bu bana dert oldu, her vakit çadırım, hayvanım, neferlerimle kımıldayıp yer değiştirmek istiyorum. Biraz fazla kalırsam, artık daima burada kalacağım, bedevi olacağım zannediyorum. Bu korku içime yerleşmeye başlayınca yavaş yavaş dağ eteklerini takip edip, daha serbest, daha bedevisiz yerlerde konaklıyorum. Bu taraflar büsbütün kum, üç gün devam eden hiçbir şey yok. Tabiat mukarrer bir şekil almamış ve her gün tecrübelerle bu şekli arıyor.

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
167
Baskı Tarihi
1996
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İnsan
Editörü
İDris Şah
Mütercimi
M. Ali Özkan
Orijinal Adı
a perfumed scorpion
Neden Altını Çizdim?
Bugün tasavvufla ilgili konuşulan şeylerin pek çoğu, önce anlamak, öğrenmek ve olabildiğince konuyu esastan ele almaktan ziyade, bir çırpıda kanaat sahibi olmak ve tespit edilen oldukça “somut sapmalar” (!) nedeniyle de genellemelerle itham etme yarışlarının sonucu gibi görünüyor. Öne sürülen gerekçelerin ilk bakıştaki sağlam delil ve mantık yapısı, bu genelleme gayretlerini başarılı da kılmıyor değil.
Bu hengâmede ziyan olan, İslam Tasavvufunun (adına takılmayın, İslam Ahlakı veya İnsan-ı Kâmil mücahedesi diyelim) yüzyıllardır sosyo kültürel etkilerle yerelleşmiş, ama diğer taraftan evrenselleşmiş olan “yaşantı tecrübesi” yanıdır. Nitekim üstünde tartışılırken heder edilen şey, teorik olarak bütünüyle “anlatılabilecek” ve “öğrenilebilecek” bir mefhum değil, “talip olunacak ve tecrübe edilecek” bir değerdir. O yüzden bu yolun büyüklerinin söylediği gibi, “Allah’a ulaşan yolların sayısı insanların nefesleri adedincedir”. Burada niyetim, tasavvufu, ezoterik olduğunu söyleyerek tartışmadan âri kılmak değil, bu tartışmalar nedeniyle İslam’ın en güzel cihetlerinden biri olan bir unsurdan mahrum bırakılan insanların, İslam tasavvufunun orada dimdik durduğunu ve talipleri için dopdolu bir miras sunduğunu bildirmektir.

Gelenek ve Bilgi

Daha on yıl önce bile okumuşlar arasında s3ufilerin bu iddiasına cevap olarak -benim de işittiğim gibi- "Bir taş, minareller konusunda bir jeolog kadar uzman değildir pek" denildiğini işitmek alışılmadık bir şey değildi. Şimdi gülebiliriz belki, ama bu varsayımın (yani kendilerinden bir şey öğrenmek istenilen insanların bile o şeyin gerçekte ne olduğunun farkında olamayabilecekleri zannının) oyalanıp durduğu köşeler vardır. Durumun tamamen tersine döndüğünü söylemiyorum, fakat . . . Tasavvufi çalışma iştirak etme çalışmasıdır; hakkında bir şey öğreneceğiniz değil, size ders verecek bir şeydir . . . … Sanırım, yeni bilginin sunulmasının, onun parçalarının onun faaliyetine pek te uygun olmayan biçimlerde - kendi içlerinde ne kadar hayranlık verici olurlarsa olsunlar- ticarileştirilmesinden çok daha zor olduğu hatırlanmaya değer- devam ettirilmesi de öyledir. Oldukça seçkin psikologlar bile, beni rahatsız edecek kadar sık bir şekilde, hala 'çalışmak için bir parça Tasavvufi psikoloji' istiyorlar benden. Eğer arka plan eksikliğinden ötürü onunla çalışmanız mümkün olamıyorsa, o zaman bir parçası bir yana, bütünü bile tamamen yararsızdır -oyun oynamaya yaraması dışında. Bu eğilime ışık tutan bir hikâyeye göre, vaktiyle, bir dilenci vardı ve zengin bir adama giderek ondan bir fincan kahve parası istedi. Zengin adam dilencinin eline büyük miktar tutan bir banknot koydu: "Al bunu," dedi, "yirmi fincan kahveye yeter." Ve her birisi kendi yoluna gitti. Ertesi gün, zengin adam dilenciyi yine gördü ve ne yapmış olduğunu sordu. "Sen de, senin yirmi fincan kahven de uzak olsun benden." dedi dilenci tiksintiyle. "Dün gece gözümü bile kırpamadım onların yüzünden." İnsanlar sizi (Batıda çok sık bir şekilde yaptıkları gibi) tanımlayıcı olmayan birisi diye görüp kendilerine yukarıdan bakmakla suçladıklarında, hazırlanmak gerektiği gerçeğini bundan daha kolay anlatabilmek zordur...

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
167
Baskı Tarihi
1996
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İnsan
Editörü
İDris Şah
Mütercimi
M. Ali Özkan
Orijinal Adı
a perfumed scorpion
Neden Altını Çizdim?
Alıntı nedenini açıklamak, alıntıdan kendisinden uzun olacak sanırım:
“Ya öyle, ya da böyle” yorumcu yaklaşım sahipleri, maalesef sağlıklı istinbat yöntemleri konusunda olduğu gibi, gerçeklik ve bilginin mahiyeti üzerinde de yeterince kafa yormuyorlar. Mesela tasavvufu kaynağı itibariyle İslam öncesi/sonrası “batıl” kaynaklara dayandırma gayreti içinde bulunurken, içerikle değil dayandığı iddia edilen akımların bâtıllığı ile delil getirmeye çalışıyorlar. Hâlbuki içerikle ilgili eleştiri yöneltmeye başlasalar, sonra aynı mantıkla dinin diğer kurumlarına baksalar, neredeyse tüm kurumlarının ve hatta dinin esasının dahi yıpranma ve hatta sapmalardan benzer hasarı gördüğüne şahit olurlar. Bu durumda da eleştirilen unsurları tedavi edebilecek yöntemin, cüz’lerle teker teker uğraşıp, sırayla hepsini batıl ilan etmek değil (ki böyle gidince ortada Hakk nâmına da birşey kalmıyor), bilginin ve doğrunun hayat seyrinin daha derin incelenmesi ve hemen her alanda Hakk’ın batıldan ayıklanması olduğu görülecektir.
İlk insandan itibaren, insan fıtratının ilişki içinde olabileceği tüm değerler ile birlikte vahyin tanım ve tarifine muhtaç tüm yöntemler asırlar boyunca ve Peygamberler vesilesiyle tecdîd edile geldi ve son Peygamber (S.A.V.) ile çözüm de kemâle erdi. Bu çözüm içinde de, bu İslam içinde olgunlaşacak ve bu dinin renklerine sahip olacak mefkûrelerin de, fıtratın arayışı içinde olacağı “kadim doğruları” barındırmaya devam etmesi garip değil! Hakk arayıcısına düşen, kendinden başlayarak her kurum ve akımdan, selim kalp sahiplerinin kabul edemeyeceği apaçık İslam dışı unsurları tespit etmek ve toptan silmek yerine teker teker onları ayıklamak değil mi?

Evrimsel Din

… (tasavvufun, kaynağı itibariyle İslâmî geleneğin merkezinde ya da İslam’ın tamamen dışında olduğu arasında gidip gelen - i.k.) Bu önyargılar, insanın ruhsal özleminin tüm hakiki ifadelerinin tek bir kaynağa sahip olarak görülebileceği ve farklılıkların yalnızca görünüşte olup, kültürel ve mahalli şartlar tarafından zorlandığı anlayış sayesinde çözülegelmiştir geçmişte. Mesela büyük dinler, Hristiyan takviminin yedinci yüzyılında ortaya çıkan son dünya dini İslam’da en son noktaya erişen ihtiyaçların idrâki dizisinin parçaları olarak görürler. Hem İslâmî ideoloji, hem de Hristiyan düşünüşü, elbette ki, dinin ebediliği fikrinde hiçbir zorluk bulmayacaklardı; her ne kadar çok az sayıda insan bunu herhangi faydalı bir amaç için akıllarında tutmayı başarıyor görünüyorsa da. Kur’an meselâ, İslam’dan önce Yahudi olarak mü’minlerden “Müslüman” diye bahseder ve bizzat St. Augustine Hristiyanlığın tarihteki İsâ’nın zamanından önce de var olduğunu söylemiştir.

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
167
Baskı Tarihi
1996
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İnsan
Editörü
İDris Şah
Mütercimi
M. Ali Özkan
Orijinal Adı
a perfumed scorpion
Neden Altını Çizdim?
Makam ve Hal, tasavvufta en temel kavramlardandır. Bu yolu yaşayan ve sistematiğini en güzel şekilde kaleme alan Gazali başta olmak üzere tüm sufiler, "hal"lere sağlanıp kalmanın tehlikesinden bahsetmişlerdir. Makamların da ciddi bir mücahede ile elde edildiğini, nihai amacın, alıntıda da görüldüğü gibi tüm değerli olan niteliklerin aidiyetinden kendini sıyırmak ve varlığını ve niteliklerini Allah'a mâl etmek tevazuuna (gerçek kulluğa) ulaşmak olduğunu açıklar. Bu eserlerde hallere takılanların hikayeleri de anlatırlar ki, bugün televizyonlarda abuk sabuk davranışlarını gördüğümüz, ama diğer taraftan tasavvufa dair konumaktan geri durmadığı için mutasavvuf zannedilenlerin "hal" lerinin ve kimi zaman istidraca dönüşen vahim durumlarının idrakine varmak açısından bu alıntıyı anlamlı buldum...

Makamlar ve Haller

Şimdi uygulamalar ve onları çevreleyen kavramlara dönebiliriz. Evvela karşımıza Makam çıkmaktadır. Bu, belirli bir anda, müridin kendi idaresiyle meşgul kimsenin emirleri altında geliştirdiği nitelik için kullanılan kelimedir. Mürşidi ona başka bir terakki uygulaması belirleyene kadar, ondan, diyelim ki Tevbe makamında beklemesi istenebilir. 0 bir vaziyettir, bu yüzden de "bir fiil" olarak terimlendirilir. Bir anlamda o, bir "mertebe" dir ki, bu kelime de onun yerine kullanılır. Fakat bir Mertebe, bir Hal değildir. Haller, ferde, 0 bunları kontrol edemeden gelen değişik şuur olaylarıdır. "Hal" aynı zamanda bir "lütuf /ihsan" olarak da bilinir. Bu aydınlanmaları yaşayan sûfilerin ana hedefi bunların ötesine ulaşmaktır. Güzide üstad Cüneyd Bağdadi "Haller şimşeğin parlamaları gibidir; onların devamını sadece nefis teklif eder" diye vurgular. Bu da onların değişmemiş olan benliğe sızıp yayılmasının vehimlere, aldanmalara yol açacağı anlamına gelir. Eğer onlar hissedilebilirlerse ve idraki daha ileri mertebelere sevk etmek yerine onlara değer vermek tercih edilirse, mürid yerinde sayıyor demektir. Şu ya da bu makamda olmak bir tür zaruri esaret, nefs-i emmarenin terbiyesinin bir parçası olarak görülür ve bir zaman gelir ki artık bu zaruri olmaz. Benzer şekilde, Haller, cezbeye kapılıp gözü kamaşacağı yerde, ilmi yaşaması gereken (ve nihayette yaşayacağı umulan) kişide bir bulaşmaya işaret ederler. Farsçada Tasavvuf üzerine yazılmış ilk kitap olan Hücviri'nin kitabındaki paragraf şöyle devam eder: "Bu yolun tüm mürşitleri, bir kimse Makamların esaretinden kaçındığı, Hallerin bulaştırmasından uzaklaştığı ve tahavvül ve zeval yurdundan (zaman ve mekâna bağlılıktan) kurtulduğu ve takdire layık niteliklerle donatıldığı zaman tüm niteliklerden arınır. Yani bizzat kendisinin olan hiç bir takdire layık nitelik tarafından esir alınmış değildir, ne ona önem verir ne de bunlar onu kibirlendirir. Onun vaziyeti aklın idrakinden saklanmıştır ve zaman düşüncelerin etkisinden muaftır”. Sûfi idareci öğrencinin davranışına bakarak onun ikincil, yani "emmare" nefsinin herhangi belirli bir zamanda ne durumda olduğunu bilir. Sûfi çalışmalarının çok itibarlı olduğu, ama yine de tüm yeni gelenlere sadece "sirkler”in kucak açtığı ülkelerde, gerçek sûfiler üzerinde mürid kabul etmek konusunda bazı baskılar vardır.

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
167
Baskı Tarihi
1996
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İnsan
Editörü
İDris Şah
Mütercimi
M. Ali Özkan
Orijinal Adı
a perfumed scorpion
Neden Altını Çizdim?
"Tasavvuf eskiden hâl idi, sonra kâl oldu, şimdi ise hayâl oldu" diye bir deyiş vardır. İslam'ın emirlerinin aksiyona dönüşmesi için üstüne bindiğimiz nefis atının ehlileştirilmesi hayat ilerledikçe daha bariz görünüyor insanın gözüne. Ancak insanın kendi öz gelişimine talip olması, hayatın en zor projelerinden biridir ve o yoldan dönenlerin oranı da az değildir. Sûfilerden görünüp kötü misal olanlarınçoğunu da bu zümre teşkil eder muhtemelen. Halbuki omzunda aslan dövmesi isteyenlerin, sadece acıya katlanması, değil, omzunda böyle bir dövme olduğunu da unutması gerekir.

Aslan dövmesi

Ancak sufiliğin damla damla gelişen faaliyeti daha önce zikrettiğimiz postülaları kabul edenler arasında dahi belirli bir miktar sabırsızlığa sebep olur. Dolayısıyla da insanlar sık sık kendi sülûklarının kendilerine gösterildiğine inandıkları çizgi boyunca ilerliyor olmadığından şikayet ettikleri görülür: "Aslan Dövmesi" hikayesinde de durum bunun aynısıdır. Rûmî'nin Mesnevi'sinin birinci kitabında yer alan bu hikaye şöyledir: Adamın birisi bir dövme ustasına gider ve sırtına bir aslan dövmesi yapmasını ister. Ancak dövmeci işe başlayıp da adam iğnenin sivri ucunu sırtında hissedince acıyla bağırır ve ustaya hayvanın hangi kısmını yapıyor olduğunu sorar. "Kuyruğu yapıyorum" der dövmeci. "Boş ver kuyruğu" der beriki, "başka bir yerinden başla". Fakat usta, aslanın başka bir yerini yapmaya başladığında müşteri bu yerin de en az birincisi kadar canını acıttığını görür ve ondan o yerden de vazgeçmesini ister. Ve bu durum, usta iğneleriyle boyalarını yere çalıp artık adama elini bile sürmeyeceğini söyleyinceye kadar devam eder. Böylece usta işi bırakmak arzusuna nail olur, adam da ağrı ve acılardan kurtulma isteğine. Gelgelelim sonuçta da ortaya hiçbir şey çıkmamış olur.

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
167
Baskı Tarihi
1996
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İnsan
Editörü
İDris Şah
Mütercimi
M. Ali Özkan
Orijinal Adı
a perfumed scorpion
Neden Altını Çizdim?
Tasavvufi hakkında, hariçten gazel okuyan kaynakları bir kenara bırakıp, kendi hakiki icracılarının kaynaklarına müracaat ettiğimizde bile, bazı yöntemler konusunda bilgi verildiğini görürüz. Bunlar bile sadece sınırların görülmesi için yapılmış tanıtıcı girizgahlardır. Tasavvuf, yine bu kaynaklarda sık sık vurgulandığı üzere, tecrübi ve kişisel bir yoldur ve kişilerin nefesi sayısınca Allah'a gidecek yollar çeşitlidir. Dolayısıyla tasavvuf hakkındaki tartışmalara da hakikat hakkında tecrübesi olanlar girmezler. Bu tartışma, genellikle kendini tasavvufun içinde zannedip tecrübesi değil, bilgisi olanlarla, tasavvufun dışında olup bu yöntemler ve hedefler konusunda ya hiç bilgisi olmayan, ya da ham bilgilerle uğraşanlar arasında cereyan eder. Kitaptaki bu ifade, bana bunu çağrıştırdı...

Tecrübe et, ta ki kendin bilesin

İnsanlar "Düşünüyorum, o halde varım"ı iktibas ederlerdi, ama besbelli ki bu bir "Ben inanıyorum, o halde öyle olmalı" meselesidir. Hakikatin, sırf öğretilerin tekrarı yoluyla açığa çıkmadığı ya da muhafaza edilmediği şeklinde bir sûfi iddiası vardır. Buna göre hakikat yalnızca onun aralıksız tecrübesi ile anlaşılmış olarak kalır. Ve sûfilerin daime güvenegeldikleri, işte bu hakikat tecrübesidir. Bu nedenledir ki sûfilik, "Söylediğimi yap, yaptığımı yapma" ya da hatta "Benim yaptığımı yap" değil, "Tecrübe et, ta ki kendin bilesin" dir.

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
167
Baskı Tarihi
1996
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İnsan
Editörü
İDris Şah
Mütercimi
M. Ali Özkan
Orijinal Adı
a perfumed scorpion
Neden Altını Çizdim?
Tasavvufun, Kur'ani bir ahlak öğretisi olarak temas ettiği ve eğitmek istediği unsur insandır. İnsana temas eden her disiplin gibi tasavvuf da, önce insanı, nefsi, aklı, kalbi ve diğer dinamikleri tanımlamalı, ardından sosyal dku içindeki insanın nasıl ve nelerden etkileneceğini belirlemeliydi. Bütün bunlar Kur'an'dan beslenecek ve O'na dayanacak şekilde olmalıydı. Ancak talip olunan hedef, insanı eşrefi mahlukat noktasına taşıyacak yol ve yöntemleri bulmak çıkarmak ve bunu toplumda yaygın ve makbul hale getirmek ise, yeryüzünde böyle elit ve süzme bir eğitimin, toplumun tüm keismine nüfuz etmesi ve etkilemesi mümkün olmamıştır. Son yüzyılın büyük sûfilerinden olan yazarın, tasavvufun geçirdiği bu sürecin yüzyıllar aldığını, nihayet pek çok çalkantı ve değişimden sonra Gazali'nin detaylı ve Kur'an'i tahlili ile stabil bir zemin bulabildiğine işaret etmiş olmasını değerli gördüm...

İsteme hakkı değil, hizmet edilme hakkı

Bu unsurların (tasavvufi öğretim yöntemlerinin-ik) tüm halka yayılması bir yana, "tabiileştirilmesi" bile düzenlenmesi için zaman isteyen mikrokültürel bir çabadır. Bunun nasıl yapılacağı konusundaki temel çalışmanın sûfilerce Doğuda zaten yapıldığını; Doğuya bunu zerketmenin dört-beş yüzyıl aldığını ve sonuçta da onikinci yüzyılda Gazali'nin psikolojik zaferinin getirdiği burada hatırlanmaya değer.

Türü
Hikâye
Sayfa Sayısı
124
Baskı Tarihi
Mayıs 2010
Yazılış Tarihi
1943
ISBN
978-975-08-0661-1
Baskı Sayısı
7. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Yapı Kredi Yayınları
Editörü
Onca Tapınç
1930’lu yıllarda öyküye taze bir soluk getiren Sabahattin Ali, hikâyelerinde insanın zavallılığını ve gücünü sarsılmaz bir üslupla, masalsı ve destansı biçimde yansıtmayı başardı. Şiir, hikâye ve roman yazan, çeviriler yapan Ali, tüm eserlerinde insan ruhuna ayna tuttu ve gerçeğe bu aynadan baktı. Türk edebiyatının büyük yazarından, içinde sinemaya da aktarılan Hasanboğuldu’nun olduğu 13 düşünen öykü...

Derin mânâlı böğürüş!

Sokaklarda daha evlerini bulamamış birkaç inek kuyruklarını kalçalarına çarparak yürüyor ve arasıra böğürüyordu. Bu öyle bir böğürüştü ki, uzun uzun düşündükten sonra söylenen derin mânâlı bir söze benziyordu.