Türü
Roman
Sayfa Sayısı
352
Baskı Tarihi
1997
ISBN
975-7032-11-5
Baskı Sayısı
4. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Dergah Yayınları

Sahnenin dışındakilerden bir kesit

Bu balkan harbinin henüz bittiği o meyus ,ateşli yıldı. Biz küçükler ,bir bakıma zaruretle baş eğmeyi öğrenmiş olan büyüklerden fazla ,hazmedilmemiş mağlubiyetin acısı içindeydik. Bütün mekteplerde güfteleri bestelerinden, besteleri güftelerinden garip intikam marşları söyleniyordu. Bir gün İhsan , üstümüzdeki musiki dershanesinde söylenen bu marşlardan birini dinledikten sonra başını salladı ve: -Kötü...Çok kötü dedi.Evvela musiki değil .Bunu söylerken gözlerinin içi parlıyordu. Çoçuklar hep birden bağırıştılar: -Efendim,hocamız yazdı onu... Bu doğru idi ,bestenin kötülüğüne rağmen ve bu yüzden hepimiz iftihar ediyorduk. İhsan duymazlıktan geldi -Sonra da lüzumsuz...Bu gibi şeyler, sonunda milletlerin hayatlarında içinden bir türlü çıkılmayan kuyular haline gelir!His üzerine terbiyeyi kaldırmalı artık!Bizim için öbür milletlerden daha tehlikeli oluyor.Çünkü bu yüzden hareket ve düşünce hürriyetimizi kaybediyoruz, lüzumsuz maceralara sürükleniyoruz.İki yüz yıldan beri alalım düşmandan eski yerleri...diyerek yaşıyoruz ve mütamadiyen kaybediyoruz

Türü
Hikâye
Sayfa Sayısı
364
Baskı Tarihi
Kasım 1999
Baskı Sayısı
4. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Dergâh

Alışmak

Zaten hayat dediğimiz bu kapalı dairenin asıl mucizesi,bu alışmak değil miydi? En sevdiğimiz mahlukları bile kaybetmeye alışmıyor muyuz?Günlerce aylarca senelerce görmemeğe,mutlak,kat'i bir gurbet içinde yaşamağa alışmıyor muyuz? Bana gelince , kaybettiğim şeyi yani kendimi hiçbir zaman sevmedim

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
639
Baskı Tarihi
Ekim 2009
Yazılış Tarihi
Nisan 2008
ISBN
978-975-6006-23-8
Baskı Sayısı
13. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
April
Editörü
K.Egemen İpek
Mütercimi
Murat Kayı
Neden Altını Çizdim?
Küçük Charlie ile öğaretmeni Zinser'in felsefe dersindeki baş döndüren dialoğu gerçektende ilgi çekici.

Yaşamınızın kontrolu sizde değil!

Zinser gülümsedi '' Bir deneycinin bakış açısından kendimiz üzerindeki `gücümüz` anlaşılablir değildir ,çünkü`güç` sözçüğünü tanımlamak mümkün değildir.'' ''Bu delice ,''dedi Charlie. ''Peki,'' dedi Zinser yakışıklı çoçuğa dönerek.''O zaman bana açıkla.'' ''Güç...''Charlie önce notlarına ,sonra da Zinser'e baktı.''Güç bir fikirdir.'' ''Kaynağı nedir bellek mi yoksa imgelem mi?'' ''Bellek.Bedenimi hareket ettirdiğime dair olan anılarım.'' Göstermek için parmaklarını oynattı. ''Ama iradenin bedenini hareket ettirmekte kullandığı gücü bilmek mümkün değil.'' ''Ne demek istediğinizi anlamıyorum.'' ''Zihnin ve bedenin arasındaki bağlantı tam bir muamma.Düşün: Eğer sana görünmez bir ruhun nesneleri yerinden oynatabildiği başka bir durum anlatsaydım,bana deli derdin.Zihnin beden üzerindeki etkisi,sana zihnimle dağları yerinden oynatabileceğimi söylememden daha akıl dışı değil.'' ''Ama zihin bedene bağlı.'' ''Beyin bedene bağlı. Ama zihin öylemi?Bilinç öylemi? Bilim adamlarının bilincin ne olduğu,hatta nerede olduğu hakkında küçük bir fikirleri yok.Öyleyse bedenine nasıl bağlı oluyor? Bu bağlantıyı hissedebiliyor musun?'' ''Yani...Edemiyorum.'' ''O zaman olduğunuı nasıl bilebilirsin?'' ''Çünkü bedenimi kontrol edebiliyorum!''diye bağırdı Charlie. ''Hayır edemezsin.'' ''Ne demek, edemem?'' ''Tüm organların üzerinde aynı derecede kontrole sahip değilsin.Miden,böbrekelrin,karaciğerin...Hepsi senin bilinçli zihninden tamamen bağımsız çalışır.'' ''Böbreklerimi kontrol edemiyor olmam bedenimin geri kalanı üzerinde güç sahibi olmadığım anlamına gelmez.'' ''Ama bu gücün nerede başlayıp nerede bittiğinin farkında değilsin.Gücü hissedemezsin.Sadece deneyimlerin arayıcılığıyla iradenin sınırlarını biliyorsun.Ve deneyimlerin her ne kadar sana parmağının sen istediğin zaman oynadığını öğretmiş olsa da, bu deneyimler parmağın ve zihninin birbirine nasıl bağlı olduğunu söylemiyor.'' ''Ama parmağımı oynatmak istediğim zaman zihnim onu oynatıyor.'' ''Hayır ,oynatmıyor.'' Charlie ellerini havaya kaldırarak,''O zaman oynatan nedir?'' diye sordu. ''Nöronların ürettiği elektiriksel dürtülerle idare edilen sinirler tarafından tetiklenen kaslar.Bilincin parmağını oynatmaya çalıştığın zaman neler olduğunun farkında bile değil. Zihnin parmağını oynatmak istiyor, ama onun yerine bir nöronu tetikliyor. Senin ne hissedebileceğin, ne de kavrayabileceğin ve asıl amaçladığından tümüyle farklı bir olay.'' Charlie soluğunu gürültüyle koyuverdi.Zinser aldırmadan devam etti, çünkü onun anlamanın eşiğinde olduğunu kavramıştı. ''Ateşlenen nöron parmağın oynayana kadar bir dizi kasıtsız olaya neden oluyor.Yani gördüğün gibi parmağını oynatacak bir 'gücün' bilincinde değilsin çünkü böyle bir gücün yok. sahip olduğun tek şey, bir takım elektronik darbeleri tetikleyecek bir güç. Bunlarda her ne kadar sonunda bir harekete yol açsalar da , senin anlayışının dışında çalışıyor.Onun için bir daha soruyorum: Bedenin üzerinde sahip olduğun gücü nasıl 'bilebilirsin'?'' Charlie'nin omuzları çöktü.'' sanırım bilemem'' ''Bilemezsin. Hareket, deneyimlediğin bir şeydir, ama arkasındaki gücün bilinçli zihin tarafından bilinmesi olanaksızdır.''

Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
276
Baskı Tarihi
Ekim 2007
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Şule Yayınları
Editörü
Oya İşeri
GÜNEŞİMİN ÖNÜNDEN ÇEKİL! Bu azarı bir imparator duydu.Büyük İskender deniyordu ona. Diyojen'in şöhretini duymuş ,şanını bu şöhretin yanına taşıyarak halka hoş görünmeyi ummuştu. Bir yanda Makedonya kralının parlak alayı,öbür yanda paçavralar içinde güneşlenen Diyojen...Biri yücelterek, diğeri aşağılayarak dünyayı kendine dar gören iki adam !İmparator ihsanda bulunmak istiyor: "Ne dilersen,yapayım!"Diyojen üzerine düşen gölgenin İmparator'a değil dünyayaya ait olduğunu hissediyor ve elinin tersiyle itiyor bu gölgeyi."Güneşimin önünden çekil!"

Çehov'un son sözleri

Üç Kızkardeş adlı oyunu da psikolojik bir gerilime çerçevelenen bir soruya dayanıyordu:''Hayatın anlamı nedir?'' Ve bu soruyu şöyle cevaplıyordu oyunculardan biri'' Anlamı mı? Bakın yağan kara bunun anlamı nedir?'' Çehov'un son sorularını bilmiyoruz ama karısı Olga göğsüne buz torbası koyarak serinletmek isterken biz onun son cümlesiyle yanıyoruz: ''Bomboş bir kalbin üstüne buz koyma!''

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
242
Baskı Tarihi
2004
Baskı Sayısı
0. Baskı
Yayın Evi
Bordo Siyah

Dilde Tasfiyecilik

İkdam gazetesi çevresinde toplanan bu Türkçülerden özellikle Fuad Raif Bey'in, Türkçe'yi yalınlaştırma konusunda yanlış bir görüşü izlemesi, Türkçülük akımının değerden düşmesine yol açtı; bu yanlış görüş, ''tasfiyecilik'' düşüncesiydi. Tasviyecilik, dilimizden Arap, Acem köklerinden gelmiş bütün sözcükleri çıkararak, bunların yerine Türkçe köklerden türemiş eski sözcükleri ya da Türkçe kökten yeni edatlarla (Takılarla) yapılacak yeni Türkçe sözcükleri yerleştirmekten başka bir şey değildi. Bu kuramın uygulanmasını göstermek üzere yayımlanan kimi makaleler ve mektuplar, zevk sahibi olan okurları tiksindirmeye başladı. Halk dilince geçmiş olan Arapça ve Farsça sözcükleri Türkçe'den çıkarmak, bu dili en canlı sözcüklerden, dinsel, ahlaksal, felsefi terimlerden yoksun kılacaktı. Türkçe köklerden yeni yapılan sözcükler, dilbilgisi kurallarını alt üst edeceğinden başka, halk için yabancı sözcüklerden daha yabancı, daha bilinmezdi. Bundan dolayı, bu akım dilimizi yalınlığa, açıklığa doğru götüreceği yerde, anlaşılmazlık ve karanlığa doğru götürüyordu. undan başka, doğal sözcükleri atarak, onların yerine yapay bir Türk Esperantosu oluşturuyordu. Ülkenin ihtiyacı ise, böyle bir yapma Esperanto'ya değil, bildiği ve anladğı, alışılmış (olan) ve yapay olmayan sözcüklerin bileşiminden (oluşmuş) bir anlaşma aracına idi. İşte bundan dolayı, İkdam'daki tasfiyecilik akımından, yarar yerine zarar (ve) ziyan doğdu.

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
262
Baskı Tarihi
1984
Baskı Sayısı
0. Baskı
Yayın Evi
Bir Yayıncılık
Mütercimi
Dr. N. Ahmet Asrar

Yunan Felsefesi'nin etkisi

Hepimiz bildiği gibi Yunan Felsefesi, İslam tarihinde büyük bir kültürel tesir olarak ortaya çıkmıştır. Yine de Kur'an-ı Kerim ve Yunan düşüncesinin etkisi altında gelişen çeşitli skolastik dini akım ve ekoller daha yakından incelenecek olursa şu husus ortaya çıkar: Grek felsefesi müslüman düşünürlerin görüş açılarını bir hayli genişletmesine rağmen genellikle onların Kur'an ile ilgili görüşlerini karartmıştır. Sokrat bütün dikkatini sadece insanların dünyasına çevirmişti. Ona göre araştırma bitki, böcek ve yıldızlar üzerinde değil, yalnız insan çevresinde yoğunlaşmalıydı. Bu, ufacık bir arının bile ilahi ilhamdan yararlandığını belirten ve okuyucuları sürekli olarak rüzgarların değişimi, gündüzün geceye dönüşümü, bulut ve yıldızlarla dolu gökyüzü ile sonsuz fezada yüzmekte olan gezegenleri gözlemeye çağıran Kur'an'ın ruhuna tamamiyle ters düşen bir olgu değil midir? Sokrat'ın sadık bir öğrencisi olan Platon duyu organlarıyla ilgili idraki benimsemiyordu. Zirai ona göre bu hakiki bir bilgi vermiyor; sadece bir fikir ortaya koyuyordu. Halbuki bunun tam aksine ''işitme'' ve ''görme'' duyumlarının Alah'ın en büyük nimetleri olduğunu açıklayan Kur'an, onların dünyadaki fiillerinden Cenab-ı Hakk'a kyamette hesap vereceklerini kaydediyor. İşte bu önemli noktayı klasik düşüncelerin etkisinde kalan ilk devir Müslüman kelamcıları bütünüyle unuttular. Onlar Kur'anı Grek düşüncesinin ışığında okudular ve ancak 200 yıl sonra Kur'an'ın özüne Klasik fikre zıt düşüncenin yattığını - tam anlamıyla olmasa da - idrak edebildiler. Bu anlayışın sonucu olarak bir çeşit fikir ihtilali meydana geldi, ki onun asıl önemi bu güne kadar iyi anlaşılmamıştır.

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
350
Baskı Tarihi
2013
Yazılış Tarihi
1948
ISBN
978-975-07-1283-8
Baskı Sayısı
38. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Can Yayınları
Editörü
Ayça Sabuncuoğlu
Mütercimi
Celâl Üster
Orijinal Adı
Nineteen Eighty Four

Parti'nin dünya görüşü, onu hiç anlayamayan insanlara çok daha kolay dayatılıyordu. (...) Her şeyi yutuyorlar ve hiçbir zarar görmüyorlardı çünkü tıpkı bir mısır tanesinin bir kuşun bedeninden sindirilmeden geçip gitmesi gibi, yuttuklarından geriye bir şey kalmıyordu.

Nefret Şarkısı(Marş)

Nefret Haftasının yeni şarkısı (Nefret şarkısıydı adı ) şimdiden bestelenmişti ve tele ekranda sürekli çalınmaktaydı. Müzik dinilemeyecek, davul çalındığını düşündüren ilkel bir marştı.Düzenli ayak sesleri eşliğinde yüzlerce ses tarafından söylenmesi insanda dehşet uyandırıyordu.

Seçkinlerin İktidar Mücadelesi

Atatürk'ü layıkıyla bilmediklerini, tanımadıklarını veya bilmek veya tanımak istemediklerini söylemek zorundayız. Bugüne kadar Atatürk'ün içinde laiklik geçen bir cümlesi ile karşılaşmadığımızı söyleyebiliriz. Zaten böyle bir cümle olsa idi, herhalde son yıllarda Çankaya köşkünün ön cephesine yazılırdı!Atatürk'ün uygulamalarının hayatının hiçbir döneminde "laiklik" kapsamına girmediğini iddia ediyoruz. Milli Mücadele sırasında , hatta Lozan müzakereleri tamamlanıncaya kadar etkili bir dini söylem kullanmıştır.

"İstinat noktası"ndan "ümit noktası"na

Karabekir, "Hilafet ve saltanatı almak için koyu bir mumin çehresiyle mimberlere kadar çıkıp, hutbeler okumak, muvaffak olmayınca bizzat medh ve sena edilen mukaddesata dil uzatmak ve bunları alt üst etmek üzere bir tek adamlığa çıkmak gibi iki tehlikeli ifratın birinden diğerine atlamak, herkesin yapabileceği bir iş değildi. Fakat bu felaha doğru bir gidiş de sayılmazdı... Mustafa Kemal Paşa'nın yıkamadığı bu makamı yıkmak kararını vermiş ve fiiliyata da geçmiş olduğuna şüphem kalmadı" der.