Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
438
Baskı Tarihi
Mayıs 2008
ISBN
978-975-9169-77-0
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Kırmızı
Editörü
Fahri Özdemir
"Bu çıkmazı aşmak için, bir zihin devrimine gerek vardır. Türkiye'de çağdaş ve özgürlükçü düşünce, kendisini yetmiş veya seksen yıldan beri cenderesine alan ipoteği atmalı, Türk modernleşmesinin tarihi eleştirel bir gözle yeniden değerlendirilmelidir." Ancak bu kambur atıldıktan sonradır ki, Kemal Atatürk adındaki parıltılı ve trajik insan, gerçek boyutlarında ele alınabilir; Türkiye gibi toplumlarda yüzyılda bir yetişen bu büyük kabiliyet, olağanüstü ihtirasları ve olağanüstü hatalarıyla, tarihte ait olduğu yere konabilir."
Neden Altını Çizdim?
Biz kılık kıyafet devrimini hep Cumhuriyet dönemine mahsus biliriz ama işin aslı öyle değil...

Devrim

Kıyafet gibi tamamen kozmetik sayılabilecek bir alanda bile, II.Mahmud'un Pantolon Devrimi, Cumhuriyetin Şapka Devriminden bir hayli daha radikaldir: biri sadece başlığa dokunurken, öbürü, başlıktan pabuca, sakaldan ziynete kadar, bütün bir kıyafet sistemini değiştirmiştir. 1820 ile 1830 arasında Osmanlı üst tabakasının dış görünüşünde meydana gelen devrim, 1920 ile 1930 arasında Türk üst tabakasının giyiminde gerçekleşen devrimden bir hayli daha çarpıcıdır.

Türü
Hatırat
Sayfa Sayısı
384
Baskı Tarihi
2005
Yazılış Tarihi
1982
ISBN
975-00125-1-8
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Doğu Kütüphânesi
Editörü
Halil Açıkgöz
Bu kitabın yazarı aslında Halil Açıkgöz ancak altını çizdiğimiz tüm satırlar Cemil Meriç'e ait olduğundan yazarı Cemil Meriç olarak girdik.

Hakîkâte Mensub Olmak

Ben hiç bir hizibe dâhil değilim, hakîkâte mensubum.

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
0
Baskı Tarihi
2000
ISBN
975-7462-94-2
Baskı Sayısı
3. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Dergâh
Ahmet Hamdi Tanpınar'ın çeşitli gazete ve dergilerde yayımlanmış yazılarından derlenen "Yaşadığım Gibi" yazarın, şair, hikayeci - romancı ve edebiyat tarihçisi olarak millî kültürümüzle ilgili özlü fikirlerini yansıtmaktadır.

Gece: Hülyalarımızın Büyük ve Ebedî Mimarı!

Gece, gece, hülyalarımızın büyük ve ebedî mimarı! Sen ebediyetin sonsuz yüzü, ölümün munis kardeşisin; onun içindir ki ruhuna sahip her insan, kendisini ancak seninle ve sende tamamlanmış bulur. Gün Gazetesi, 7 Haziran 1941

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
287
Baskı Tarihi
2007
ISBN
978-975-470-599-7
Baskı Sayısı
14. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İletişim
Editörü
Mahmut ali Meriç
Aydın mı dersiniz, entelektüel mi dersiniz? İki kavrama farklı anlamlar mı yüklersiniz? Aydınlardan/ entelektüellerden çok şeyler mi beklersiniz, hiçbir şey beklemez misiniz?.. Öyle ya da böyle, kültürle derinlemesine alışveriş kaygınız varsa, zaman eksenine düşünce mesaisi düşürebiliyorsanız, bu kavramlar üzerine kafa yorarsınız, bu sorulara cevap ararsınız, ufuk ararsınız. Cemil Meriç’in “hakikatte içi de, dışı da bir” mağarayı anlattığı kitap, Mağaradakiler, bir “geniş ufuk” kitabı.

Mağara İstiaresi

Bir mağara düşün dostum.. Girişi boydan boya gün ışığına açık bir yeraltı mağarası. İnsanlar düşün bu mağarada. Çocukluktan beri zincire vurulmuş hepsi; ne yerlerinden kıpırdamaları, ne başlarını çevirmeleri kabil, yalnız karşılarını görüyorlar. Arkalarından bir ışık geliyor., uzaktan, tepede yakılan bir ateşten. Ateşle aralarında bir yol var, yol boyunca alçak bir duvar. Gözbağcıları seyircilerden ayıran setleri bilirsin, üzerlerinde kuklalarını sergilerler, öyle bir duvar işte... Ve insanlar düşün, ellerinde eşyalar: Tahtadan, taştan insan veya hayvan heykelcikleri, boy boy, biçim biçim. Bu insanlar duvar boyunca yürümektedirler, kimi konuşarak, kimi susarak. Garip bir tablo diyeceksin, hele esirler daha da garip. Doğru.. O esirler ki ömür boyu başlarım çevire-meyecek, kendilerini de, arkadaşlarını da, arkalarından geçen nesneleri de duvara vuran gölgelerinden izleyecekler. Şimdi de mağarada seslerin yankılandığını düşün.. Dışarıdan biri konuştu mu, esirler gölgelerin konuştuğunu sanır, öyle değil mi? Kısaca, onlar için tek gerçek var: Gölgeler. Tutalım ki zincirlerim çözdük esirlerin, onları vehimlerinden kurtardık. Ne olurdu dersin, anlatayım.. Ayağa kalkmağa, başını çevirmeğe, yürümeğe ve ışığa bakmağa zorlanan esir, bunları yaparken acı duyardı. Gözleri kamaşır, gölgelerini görmeğe alıştığı cisimleri tanıyamazdı. Biri, ona: "Ömür boyu gördüklerin hayaldi. Şimdi gerçekle karşı kar-şıyasın" diyecek olsa, sonra da eşyaları bir bir gösterse, "bunlar nedir" diye sorsa, şaşırıp kalır, mağarada gördüklerini, şimdi gösterilenlerden çok daha gerçek sanırdı. Bir de düşün ki tutsağı mağaradan çıkarıp dik bir patikadan güneşin aydınlattığı bölgelere sürükledik. Bağırdı, yanıp yakıldı, öfkelendi... Kulak asmadık. Gün ışığına yaklaştıkça gözleri daha çok kamaştı. Hiçbirini seçemez oldu gerçek nesnelerin. Sonra, yavaş yavaş alıştı aydınlığa. Önce gölgeleri farketti, arkasından insanların ve cisimlerin suya vuran akislerini. Akşam olunca göğe çevirdi bakışlarını, ayı gördü, yıldızları gördü. Zamanla güneşin sulardaki aksine bakabildi. Nihayet gökteki güneşe çevirdi gözlerini. Ve düşünmeğe başladı. Ona öyle geldi ki mevsimleri de, yılları da güneş yaratıyor, görünen dünyanın yöneticisi o. Esirlerin mağarada gördükleri ne varsa onun eseri. Ve eski günlerini hatırladı. Ne kadar yanlış anlamışlardı bilgeliği. Mutluydu şimdi, mağarada kalan arkadaşlarına acıyordu. Eski hayatına, eski vehimlerine dönmemek için her çileye katlanabilirdi. Adamın mağaraya döndüğünü tasavvur et. Karanlığa kolay kolay alışabilir mi? Dostlarına hakikati söylese dinlerler mi onu? Ağzını açar açmaz alay ederler: "Sen dışarıda gözlerini kaybetmişsin, arkadaş. Saçmalıyorsun. Biz yerimizden çok memnunuz. Bizi dışarı çıkmağa zorlayacakların vay haline.." işte böyle aziz dostum. Sana anlattığım hikâye kendi halimizin tasviridir. Yer altındaki mağara: Görünürler dünyası. Yücelere çıkan tutsak, meseller (idea'lar) âlemine yükselen ruh.. EFLATUN - Devlet

Türü
Hatırat
Sayfa Sayısı
393
Baskı Tarihi
Kasım 2007
Yazılış Tarihi
1992
ISBN
9944-125-03-2
Baskı Sayısı
3. Baskı
Basım Yeri
İzmir
Yayın Evi
Kaynak
Editörü
Şeref Yılmaz
Yazan: AHMED ŞAHİN Yazı Kaynağı: Zaman Gazetesi, Ailem Eki, Sayı: 228 Çileli bir devrin hikayesini Ali Ulvi Kurucu merhumun hatıralarından okumak büyük bir şans. Hayatını tamamen ilme adamış yüksek bir kâmet olan merhum Kurucu, hatıralarıyla da irşad vazifesini yerine getiriyor.

Hukukçu Değil Eşkıya!

Yalnız Konya ve civarında asılanların sayısı beş yüzü geçerse, varın hesap edin... Kel Aliler, Kılıç Aliler, Salih Bozoklar, birer Haccâc-ı Zâlim oldular... İstiklâl Mahkemesi'nin başkanı Kel Ali... Kel Ali mahkemeyi ne bilir, hukukçu mu? Artık ceza vermek, affetmek Kel Alilere kaldıysa, bu millet, daha çok kara günler görecek demektir..." Dedem: "Bu günlerde şu âyete çok devam ediyorum." demişti: "Rabbena lâ tuâhiznâ bimâ fa'ale's-süfehâu minnâ... Allah'ım, içimizdeki birtakım akılsızların yüzünden bizi cezalandırma! Sefihler, şeriat, adalet tanımıyorlar. Allah'ım bunların şerrinden sana sığınırız..."

Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
0
Baskı Sayısı
0. Baskı
“Bütün diğer romanlardan sonra yazmak istediğim bir itiraf roman vardı…”“Bu romana bütün yüreğimi vereceğim, kanımı akıtacağım. Sürgün yıllarımda, yatağıma yatmış, iç çözümlemeler yaparken, hüznün altında ezildiğim anlarda bu kararı verdim…”“Bu roman benim için öyle değerli ki, benimle öyle bir bütünleşmiş ki… Onu başyapıtım yapmak istiyorum…” (Fyodor Dostoyevski’nin kardeşine yazdığı mektuplardan.) (Arka Kapak)
Neden Altını Çizdim?
Rusça aslından çeviren: Leyla Şener

Yeraltı

Siz, sonsuza dek varlığını sürdürecek bir sırça saraya inanıyorsunuz; gizlice de olsa dil çıkarıp nanik yapamayacağınız bir saray... Ben ise bu saraydan, sırçadan olduğu ve yerle bir edilemeyeceği için gönlümce hiç nanik yapamayacağımdan korkuyorum. Yağmur yağarken saray yerine bir tavuk kümesi görsem, belki ıslanmamak için oraya girerim;ama beni yağmurdan koruduğu için kümesi saray olarak göremem. Gülerek, böyle bir durumda sarayla kümes arasında bir fark olmayacağını söylüyorsunuz. Evet, eğer hayat gayemiz ıslanmamaksa size katılıyorum. Ben, hayatının saraylarda geçmesini isteyenlerdenim;aslında yaşamın bundan ibaret olmadığını bildiğim halde. Benim istediğim şey budur; bundan kurtulmamı istiyorsanız, başka bir hedef gösterin bana. Ama bunu yapana kadar kümesi saray olarak görmemi beklemeyin benden.

Türü
Hikâye
Sayfa Sayısı
0
Baskı Sayısı
0. Baskı
Neden Altını Çizdim?
http://www.serlevha.com/kitap/huzun-ve-tesaduf-mustafa-kutlu

Hüzün ve Tesadüf

Bir şey yap güzel olsun… Huzura vesile olsun, rikkate yol açsın, şevk versin, hakikate işaret etsin. -Güzellik karın doyurmuyor abi… İnsanlar iş, ekmek özgürlük istiyor. Bunca yoksulluk var iken, nasıl gider gönül darlığı. -Bir şey yap doğru olsun. İnsanları yalanın ve yanlışın bataklığına düşmekten korusun. Rüzgara ve akıntıya kapılmasın; kırılsın lakin eğilip bükülmesin. -Doğru iş yapanı, doğru konuşanı, dokuz köyden kovuyorlar. Adını unutup “Davut” diyorlar. “Ulan âlemin enayisi sen misin” diye aşağılıyorlar. Bir “doğru şey” onları engellediğinde, “Yok mu bunun bir ek yeri, yumuşak karnı” diye mızıldanıp, huylanıyorlar. Bu “ek yeri”n keşfi için komisyonlar kurup, dosyalar dolduruyorlar. Sonunda Davut’a doğru işaret parmaklarını sallayıp, gözlerini belerterek “Bak açarız dosyanı ha…” diye kısık bir sesle sesleniyorlar. -Bir şey yap iyi olsun. Hizmetten, hürmetten, merhametten müteşekkil olsun. Kalpleri yumuşatsın, garibin, yolcunun, zayıfın derdine derman olsun. -Bize hep, “İyilik yapma, sakın ha kemlik bulursun” diyorlar. -Olsun sen bir iyilik yap at denize, balık bilmez ise Hâlık bilir… -İyi de nere o iyiliği yapacak olan, onlar hep güzel atlara binip aramızdan ayrıldılar. -Sözüm sanadır, giderler zaten gitmiş. Sen kanaatı gözet, mütevazı ol. -Mütevazı olacağım ama, gerçek sanırlar diye endişe ediyorum. O zaman bizi bir köşeye itekleyip unutuyorlar be abi; çapsız, işe yaramaz, cirmi kadar yer yakar diyorlar. Diğerlerine omuz atıp, çelme takıp öne geçsem parayı toplayacağım. Sen bizim ekmeğimizle mi oynuyorsun, sen bizim kimlerle dansettiğimizi biliyor musun? Burası kurtlar sofrası. -Bir şey yap âdil olsun, haktan hukuktan ayrılmasın. Zâlime haddini bildirsin, mazlumun payını versin. -“Hak değirmende” diye bir söz var, işitmedin mi? Hukuk güçlünün yazdığı bir kitap, Para kimde, güç onda. -Hak yerini bulur ve elbette hak gelince bâtıl zâil olur. -Ben de şunu diyorum, “Hamama giren terler ve oyuna katılan kol sallar”. Kanı da var, canı da var ama hamsi kurban olmuyor. Hakkı tutup kaldıracak derman nerede bizde? -Çabuk parlayan çabuk söner, sabr ile elbet olur koruk helva. -Abi senin anlattıkların notlu izahlı atasözleri sözlüğünden seçmeler. Bu sözlüğün pek çok nüshası var ama, kullanımı ilkokuldan öteye geçmiyor. Sen bize nasihat vereceğine, biraz harçlık versen daha iyi.. -İnsanlar ne zamandan beri bu hale düştü…? -Böyle gelmiş, böyle gidiyor… Tarih dede öyle diyo. -Olur mu hiç. Tarih insanları ibret alsınlar diye yazılır, okutulur. -Biz tarihi savaşların, kıyımların hikâyesi olarak dinledik. Hükümdarların birbirini boğazlıyor, ortalık kandan geçilmiyor. -Bir şey yap barış olsun. İnsanlar kin ve nefretten uzaklaşın. Bombalar patlamasın, çocuklar ölmesin. -Ohooo, bana neredeyse dünyayı düzelt diyorsun… -Öyle,.. Hadi bir şey yap.

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
0
Baskı Sayısı
0. Baskı
Yayın Evi
Antik Yayınları
Dönemin en meşhur kadın yazarlarından olan Güzide Sabri Aygün, Meşrutiyet ve Cumhuriyet Devri’nin ilk yıllarında halk arasında çok tutulan aşk romanlarını yazmıştır. "Ölmüş Bir Kadının Evrak-ı Metrukesi", aşkın kalın perdeler ardına kapatıldığı toplumda, yasak aşkını kalbine gömen bir kadının ıstıraplarını, kadın gözüyle anlatan “ilk ses”tir… Pek çok filme konu olan Ölmüş Bir Kadının Evrak-ı Metrukesi, birçok defa basılmış ve Ermenice’ye çevrilmiştir.

"Solgun Bir Gül Oluyor Dokununca"

Ey mihnetli sevdamın penah-ı pür sükunu olan [sekinetle saklandığı] yerler... Sizlere elveda. Ey ömr-i mükedderimin [kederli ömrümün] hem-râz-ı ketûmu [sırdaşı] olan defter. Sana da ebediyyen elveda... Bir şehka-i teessürle cevap verdi: "Sen yalnız ölmeyeceksin. Seni ebediyyete alan mezar ikimizi de karanlıklar içinde uyutacak." dedi. Sonra yorgun ve bitâb ağır ağır kapıdan çıktı. Bahçenin kumları üzerinde yalnız ayak seslerini işitiyordum. Başımı kanepenin yastıkları arasına sokarak hıçkıra hıçkıra ağlıyorum.

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
0
Baskı Sayısı
0. Baskı

Ses

Bir ses ki yapışkan ve sürekli. Hala aynı şiddetle haykrıyor.Bir ses ki unutulmaz. Bir ses ki, bir ses ki, felaketli bir ömrün bütün zehirlerini, onların birikmesinde günahı olmayanların da içine doldurabilmek için, en küçük bir şikayet sebebini büyük bir boşalma fırsatı gibi yakalar, tizleşir ve kezzap gibi keşkinleşerek yalnız sahibini değil, bütün insalları tehdit eden meçhullere karşı imkansızlığın çığlığı imiş gibi içimizdeki ümit köklerini haşlar ve hepimizin mübarek haykırışımız olmak istidadını kazanır.