Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
438
Baskı Tarihi
Mayıs 2008
ISBN
978-975-9169-77-0
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Kırmızı
Editörü
Fahri Özdemir
"Bu çıkmazı aşmak için, bir zihin devrimine gerek vardır. Türkiye'de çağdaş ve özgürlükçü düşünce, kendisini yetmiş veya seksen yıldan beri cenderesine alan ipoteği atmalı, Türk modernleşmesinin tarihi eleştirel bir gözle yeniden değerlendirilmelidir." Ancak bu kambur atıldıktan sonradır ki, Kemal Atatürk adındaki parıltılı ve trajik insan, gerçek boyutlarında ele alınabilir; Türkiye gibi toplumlarda yüzyılda bir yetişen bu büyük kabiliyet, olağanüstü ihtirasları ve olağanüstü hatalarıyla, tarihte ait olduğu yere konabilir."

Erzurum'un Ermenistan'a verilmesi konusu ne kadar ciddiydi?

Nisan 1920'deki San Remo konferansında, Erzurum'un Ermenistan'a verilmesi önerisine sert tepki gösteren Lloyd George, şöyle konuşur: "İngiltere'de bir kişi bile, Erzurum'un işgali için asker gönderilmesi amacıyla [bütçeden] 1.000.000 sterlin istemek sorumluluğunu üzerine almayacaktır. Ermeniler kendi başlarına işgal edemeyeceklerine göre, bölgenin Ermenistan'a bırakılması tam anlamıyla kışkırtıcı bir önlem olacaktır. Ermenilere, korumalarına yardım etmeye niyetli olmadığımız bir toprağı kâğıt üzerinde vermek adil bir tutum değildir." Eski başbakan Balfour'ın 1921 Şubatında ifade ettiği görüşleri şöyledir: "İnsani prensiplere dayananlar hariç olmak üzere Büyük Britanya'nın Ermenistan'da hiçbir menfaati yoktur. Büyük Britanya'nın elinde olmayan olaylar bu fikrin gerçekleştirilmesini önlemiş ve Türkiye ile barışı geciktirerek kötü sonuçlara sebep olmuştur. Ermenistan'a kuruluş devrinde yardım edecek olan devletin asker kuvveti kullanmaya da mecbur olacağından korkarım. Büyük Britanya şimdiye kadar yaptığı taahhütlerin sorumluluğu altında kalmamak için büyük güçlüklerle karşılaşmış bulunmaktadır. Bunlara bir de Ermenistan'ı ilave edemez." Dışişleri bakanı Lord Curzon, Ermeni davasının daha aktif bir şekilde desteklenmesini talep eden bir siyasi gruba şu cevabı verir: "İngiltere hükümetinin durumunu anlamamakta ısrar ediyorsunuz [...] Bu ülkenin (ya da başka herhangi birinin) Türkiye'nin lalettayin bir bölgesini seçip, oradaki diğer tüm ırkları kovarak, İngiliz süngüleri etrafında çok sayıda [Ermeni] muhacirle doldurmasını ve böylece, İngiliz vatandaşlarından alınacak muazzam vergilerle burada bir Ermeni ulusal varlığı teşkilatlandırmasını bekleyemezsiniz. Bunun düşüncesi bile ham hayalden öteye gitmez." (6.12.1921)

Türü
Hatırat
Sayfa Sayısı
384
Baskı Tarihi
2005
Yazılış Tarihi
1982
ISBN
975-00125-1-8
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Doğu Kütüphânesi
Editörü
Halil Açıkgöz
Bu kitabın yazarı aslında Halil Açıkgöz ancak altını çizdiğimiz tüm satırlar Cemil Meriç'e ait olduğundan yazarı Cemil Meriç olarak girdik.

Düşüncenin kendisi aydınlık değildir, aydınlıksa düşünce olamaz

Milliyetçilikti, şuydu, buydu, dalandı, feşmekândı.. kapkaranlık bunlar. Kurtulmak için okuyacaksınız. Raymond Aron Batı'nın en aydınlık kafalarından birisi. Hem gazeteci, hem sosyoloji kürsüsü başkanı. Düşüncenin kendisi aydınlık değildir, aydınlıksa düşünce olamaz.

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
0
Baskı Tarihi
2000
ISBN
975-7462-94-2
Baskı Sayısı
3. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Dergâh
Ahmet Hamdi Tanpınar'ın çeşitli gazete ve dergilerde yayımlanmış yazılarından derlenen "Yaşadığım Gibi" yazarın, şair, hikayeci - romancı ve edebiyat tarihçisi olarak millî kültürümüzle ilgili özlü fikirlerini yansıtmaktadır.
Neden Altını Çizdim?
Ahmet Hamdi Tanpınar acaba Serdar Ortaç'ı dinleseydi ne derdi?

Türk musikîsi böyle bir akıbete hiç de lâyık değildi

Türk musikîsinin son zamanlardaki talii çok gariptir; bir bakıma göre, bu musikî cemiyetimiz içinde bu derecede geniş bir yayılma devrini hiç tatmamıştır. Tanzimat'a gelinceye kadar daha ziyade hususî vasıtalarda inkişafını yapan bu musikî, bilhassa Abdülaziz devrinden itibaren kahvelere girerek yayılmış, daha sonraları gramofon ve radyo vasıtasiyle halk arasında mutlak bir inkişaf yapmıştır. Bu suretle hitap ettiği zümrenin genişlemesi ile kazandığı rağbete mukabil kendisini tutan zevk seviyesinin karışık olması ve düşüklüğü dolayısıyla mahiyetini ve asaletini gitgide kaybetmiştir. Kendisiyle meşgul olacak, sanatkârını yetiştirecek, zevk seviyesini muayyen bir hadde tutacak bir müesseseden ve himayeden mahrum olan her san'at için bu akıbet tabiîdir. Şimdi. İstanbul bahçelerini ve bütün memleket peyzajını zaman zaman zevksiz ve seviyesiz bir neşe veya âdeta mihaniki bir melal ile dolduran ve bir kaç mevsim her zevk sahibini rahatsız ettikten sonra yerini kendinden daha korkuncuna terkedip kaybolan o tatsız, tutsuz moda şaheserleri, onları birbiri ardınca vücuda getiren ustaları, fazla rağbet uğruna dünyanın en asıl san'at ananelerinden birini en değersiz bir seviyede devam ettiren muganni ve muganniyeleri, bestkârlanyla bu san'at, ancak ârâzındaki şiddete hayret edilebilecek bir inkırazı göstermektedir. Nadiren yetişen bazı muvaffak eserler bu umumî manzara içinde kendilerini gösteremeden kayboluyor, üstelik imkân verilse hakikaten bir yıldız olacak saz ve ses istidattan da kendilerini feda edilmiş görüyorlar. Halbuki Türk musikîsi böyle bir akıbete hiç de lâyık değildi. O, büyük bir cemiyetin, çok sıhhatli bir hayat aşkının ve derin, huzursuz, her an ebediyetin muammasını çözmek için sabırsızlanan bir ruhun mahsulüydü. Onu asırlar boyunca bütün bir zevk, hayatı bizden başka zaviyelerle gören, fakat her san'atın gayesi olan büyük zirveleri hedef olarak seçmiş, incelmiş, emsalsiz bir mücevher gibi yontulmuş, nadide bir zevk vücuda getirmişti. Buna rağmen böyle oldu ve bizi yapan, mazideki benliğimizi vücude getiren büyük isimler, büyük eserler ya kayboldular, veyahut da çözülmez birer bilmece haline geldiler. Şimdi onu kendi cevherinde görmek ve tanımak istiyenler âdeta arkeolojik zahmetlerle üzerindeki tufeylî yığınını kaldırmaya, zaman ve ihmal tozunu silmeye, yani, daha doğrusu bu arzudan vazgeçmeye mahkûmdur.

Türü
Hatırat
Sayfa Sayısı
384
Baskı Tarihi
2005
Yazılış Tarihi
1982
ISBN
975-00125-1-8
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Doğu Kütüphânesi
Editörü
Halil Açıkgöz
Bu kitabın yazarı aslında Halil Açıkgöz ancak altını çizdiğimiz tüm satırlar Cemil Meriç'e ait olduğundan yazarı Cemil Meriç olarak girdik.

Kemalizm bir büyüydü.

Mustafa Kemal ölünce ben bile bir şiir yazmıştım. Kemalizm bir büyüydü. Fakat ölümle bu büyü bozuldu. Aydınlar tabiî olarak marksist oldular.

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
0
Baskı Tarihi
2000
ISBN
975-7462-94-2
Baskı Sayısı
3. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Dergâh
Ahmet Hamdi Tanpınar'ın çeşitli gazete ve dergilerde yayımlanmış yazılarından derlenen "Yaşadığım Gibi" yazarın, şair, hikayeci - romancı ve edebiyat tarihçisi olarak millî kültürümüzle ilgili özlü fikirlerini yansıtmaktadır.

Rüyalarını yazmak isteyen adam bile azami şekilde uyanık olmalıdır

Asıl estetiğim Valery'yi tanıdıktan sonra teşekkül etti. (1928- 1930 yıllarında). Bu estetiği veya şiir anlayışını rüya kelimesi ve şuurlu çalışma fikirleri etrafında toplamak mümkündür. Yahut da musikî ve rüya. Valery'nin "Velev ki rüyalarını yazmak isteyen adam bile azami şekilde uyanık olmalıdır" cümlesini "en uyanık bir gayret ve çalışma ile dilde rüya halini kurmak" şeklinde değiştirin, benim şiir anlayışım çıkar.

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
438
Baskı Tarihi
Mayıs 2008
ISBN
978-975-9169-77-0
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Kırmızı
Editörü
Fahri Özdemir
"Bu çıkmazı aşmak için, bir zihin devrimine gerek vardır. Türkiye'de çağdaş ve özgürlükçü düşünce, kendisini yetmiş veya seksen yıldan beri cenderesine alan ipoteği atmalı, Türk modernleşmesinin tarihi eleştirel bir gözle yeniden değerlendirilmelidir." Ancak bu kambur atıldıktan sonradır ki, Kemal Atatürk adındaki parıltılı ve trajik insan, gerçek boyutlarında ele alınabilir; Türkiye gibi toplumlarda yüzyılda bir yetişen bu büyük kabiliyet, olağanüstü ihtirasları ve olağanüstü hatalarıyla, tarihte ait olduğu yere konabilir."

İngiltere 1919'da neden düşman oldu?

Saydığımız faktörler, harbin son aylarında İngiltere'nin (ve uluslararası platformda yeni müttefiki olan ABD'nin) Türkiye'ye yönelik kapsamlı ve uzun vadeli bir barış arayışı içinde olduğunu düşündürürler. Suriye'nin kaybediliş biçimi ve Mondros mütarekesinin imzalanış tarzı gibi bazı olgular, bu arayışın belki de Türkiye'deki bazı etkin çevrelerle müzakere içinde yürütülmüş olabileceği ihtimalini akla getirir. Ne yazık ki böyle bir ihtimali doğrulayacak (veya yalanlayacak) kaynak araştırmaları, çağdaş Türk tarihçilerinin henüz ilgisini çekmemiştir. Yukarıdaki gözlemleri pekiştirir nitelikte bir başka çarpıcı olgu, savaşın sona erdiği 1918 Ekimi ile 1919 Mayısı arasındaki altı aylık dönemde İngiltere'nin Türkiye'ye yönelik somut herhangi bir düşmanca adım atmamış olmasıdır. Oysa bu aylar, bir yandan Türkiye'nin tam bir askeri ve siyasi teslimiyet içinde olduğu, öbür yandan İngiltere'nin henüz ordularını terhis etmediği, dolayısıyla aktif bir müdahale için ideal koşullara sahip olduğu aylardır. Amaç eğer Türkiye'yi istila etmek, bölmek veya ezmekse, bu işin optimum zamanı mütarekeyi izleyen günlerdir. Eğer İngiltere düşmansa, düşmanlığını göstermek için neden altı ay beklemiştir?

Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
560
Baskı Tarihi
Mart 2010
ISBN
978-975-6004-88-3
Baskı Sayısı
0. Baskı
Yayın Evi
Fecr Yayınevi
Mütercimi
Okan Sevinç
Orijinal Adı
Gofteguhayı Tenhayi
Benim hamurumu felsefe, hikmet ve irfanla yoğurmuşlar. Hikmet, bende sonradan kazanılmış veya hafızada biriktirilmiş bir ilim değildir. Bilâkis o benim özüme aittir, benim sıfatımdır. Ağırlık, içgüdü ve vücut ısısı gibi sıfat ve durumlara sahip bir varlık olduğum gibi, hikmet ve felsefeye de sahip olan bir varlığım ben. Harcımda, ruhumun özünde, hatta dostlarımdan birinin şakayla dediği gibi, görünüşümde, bedenimde, davranışımda, sözümde ve sessizliğimde hep felsefe vardır.

Kafes ve Kış

Ey esir kuş! Uzak bağlarda ötüyorsun. Kıştır... Ben senden çok uzaklarda, kargaların velvelesi arasından o kuşun sesini duyduğu andan itibaren sana uçma ümidi ve aşkıyla tutuşan kuşu görüyorum. Adeta kanatları da ateşte yanmış, kararmış... Ama o esirdir, kafesi dardır, kafesinin parmaklıkları zindanın demir parmaklıkları gibidir. Yeni kafese kapatılmış vahşi kuş gibi, gece gündüz kendini kafesin kapısına ve duvarlarına vuruyor. Kanatları dökülmüş, kanamış, kırılmış ve yaralanmış. Gözlerinden kan damlıyor. Su tası kan rengine boyanmış, yem kabı kırılmış, yemleri dökülmüş. Su içmiyor, tane yemiyor, gözleri kapanmıyor... Neden susmuş, biliyor musun? Neden artık sesini duymuyorsun, biliyor musun, biliyor musun? Onun delicesine uçmakla kapıya ve duvarlara çarpıp çırpınmakla, yaralanmaktan başka bir nasibi olmadı. Sonunda sessiz kaldı! Nasıl olduğunu biliyor musun? Bilmiyorsun; sen uzak bağlarda esirsin, onu göremiyorsun, sadece sesini duyuyorsun; ama ben onu şimdi görüyorum, ne için olduğunu biliyorum. O çok çabaladı, kafesten kaçmak için çok uğraştı, gücü oranında başını ve boynunu kafesten dışarı çıkardı, ama artık olmadı, yapamadı, göğsü, taşlığı, kafesin iki demir parmaklığı arasına sıkıştı ve yapamadı, daha fazla olmadı, olmuyor! Şimdi ben ağaçları, bu karlı rüzgârların acımasız kırbaçları altında çıplak, titreyen, moraran, bu kış vurmuş bahçede, bu bahçenin üstünde uçan uğursuz kargaların uğursuz gölgeleri ve çığlıkları arasında o köşede büyük ve demirden bir kafes görüyorum. Parmaklıkları kalın, sağlam ve birbirine yakın, kafesin tabanında kan rengine bürünmüş bir su kabı, kırılmış devrilmiş bir yem kabı, dökülüp etrafa saçılmış taneler, kan lekelerine bulanmış ve kafesi kaplamış tüyler içinde kuşun bedeninin yarısı kafeste kalmış, diğer yarısı ise kafesin dışında... Kafesin iki demir parmaklığı göğsünü sıkıştırmış, nefes almasına engel oluyor... Ben onu görmemek için gözlerimi kapatıyorum, duymamak için kulaklarımı kapatıyorum. Ey uzak bağlarda öten esir kuş! Kıştır... Sen başını kafesin demir parmaklıklarından çıkarma! Kafesin köşesinde rahat dur, başını kanatlarının altına gizle, gaganı yumuşak ve renkli kanatlarına göm... Ey uzak bağlarda öten esir kuş! Kıştır... Ey şubat kırlangıcı! Bahar ölmüştür!

Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
560
Baskı Tarihi
Mart 2010
ISBN
978-975-6004-88-3
Baskı Sayısı
0. Baskı
Yayın Evi
Fecr Yayınevi
Mütercimi
Okan Sevinç
Orijinal Adı
Gofteguhayı Tenhayi
Benim hamurumu felsefe, hikmet ve irfanla yoğurmuşlar. Hikmet, bende sonradan kazanılmış veya hafızada biriktirilmiş bir ilim değildir. Bilâkis o benim özüme aittir, benim sıfatımdır. Ağırlık, içgüdü ve vücut ısısı gibi sıfat ve durumlara sahip bir varlık olduğum gibi, hikmet ve felsefeye de sahip olan bir varlığım ben. Harcımda, ruhumun özünde, hatta dostlarımdan birinin şakayla dediği gibi, görünüşümde, bedenimde, davranışımda, sözümde ve sessizliğimde hep felsefe vardır.

Ey esir kuş! Uzak bağlarda ötüyorsun...

Ey esir kuş! Uzak bağlarda ötüyorsun. Kıştır... Kafeste okuduğun hüzünlü sesini, gökleri karartan çirkin ve mutlu kargaların kulakları tırmalayan çığlıkları arasından duyuyorum ve sen de uzaklarda okuduğum hüzünlü nağmelerimi duyuyorsun. Sen de biliyorsun ki kış ordusunun at nalları altında solan, donmuş ve sessiz harabelerine ölüm kâfuru dökülen ve binlerce mutsuz goncanın ruhsuz bedeni beyaz kefenlerle örtülen bu bağda, senin gibi olan bir kuş, uzaklardaki bir bağda sürekli şarkı okuyor. Görüyorum, onun hüzünlü sesiyle başını kanatlarından çıkarmış, dudaklarını şevkle açmış, kafesinin tavanından uçarak havalanmış, ince ve küçük pençelerinle tavanın demir parmaklıklarına tutunmuş, büyük bir zorlukla kafesin tavanına asılmış, onun her nağmesini duyduğunda sabırsızca kapıya doğru koşuyorsun. Göğsünle kapıyı dövüyor, tavana uçuyor, sabırsızlanıyor, inliyor, ağlıyorsun. Bu kış vurmuş çöllerde gördüğün bu yalnız kuşu yanına çağırıyor, sürekli davet ederek, şaşkın gözlerin kafesinde, demir parmaklıkların arasından, çölün korkunç, soğuk, sisli, kış havasını arıyor, sisli havanın karanlık derinliklerinden sana doğru uçan o kuşu görmek istiyor; ama göremiyorsun. Bu dert ve beklenti senin yaralı ruhuna acımasızca eziyet ediyor. Bu duyduğum o kuşun feryadı değil midir? Gökleri çirkin ve mutlu kargaların kanatlarının gölgesiyle kararmış, tabanını soğuk ve ağır kış karlarının örttüüğü, uğursuz karga ve baykuş seslerinden başka hiçbir sesin duyulmadığı bu solgun bahçelerde birbirini kaybeden iki yalnız kuşun birbirinin gamlı sesinin görülmeyen yolunu tutup kararsızca ve iştiyakla uçarak birbirini görmeleri gerekmez mi? Neden soğuktan, bulanıklıktan, yeşilliklerin solmuşluğundan ve çeşmelerin bitkinliğinden mutlu olan bu kargalar bir arada oluyor ve yalnızlık hüznünü taşımıyorlar? Neden bulut, soğukluk, çirkinlik ve viranlıktan başka bir şey düşünmeyen bir kemik parçası, bir ceviz ve çamaşır leğeninin pis sabunundan başka bir ihtiyacı olmayanlar bir arada oluyor, birlikte uçuyor ve ötüyorlar da bu kış dünyasının kendini garip gören, şehir ve baharımsı diyarını uzak bulan ve kışın soğuk ve uğursuz gurbetinde kendisiyle aynı kaderi paylaşan bir kuşa ulaşmaktan başka bir arzu duymayan kuşlar neden yalnız kalsın? Neden kendi baharından uzaklaşan, kış diyarında esir düşen ve şimdi birbirinin nağmesini duyan kuşlar, şimdi birbirine uçmasın, birbirini bulmasın, karlı rüzgarların kırbaçlarından dolayı soğuğun yakıcılığından başlarını birbirinin kanadının altına koymasın; siyah, uğursuz ve çirkin kargalardan başka bir şey görmeyen gözleri birbirine bakmasın; ırkdaş ve akrabanın tanıdık yüzünden başka bir şeyi görmesin ve kendi dert ortağının nağmeleriyle asla görmedikleri, ama hasretini duydukları bahar hatıralarının şarkılarıyla havayı dolduran kargaların çirkin sesini ve kışın acı ve tatsız tadını unutsunlar? Ama... Ey esir kuş! Uzak bağlarda ötüyorsun. Kıştır...

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
0
Baskı Tarihi
2000
ISBN
975-7462-94-2
Baskı Sayısı
3. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Dergâh
Ahmet Hamdi Tanpınar'ın çeşitli gazete ve dergilerde yayımlanmış yazılarından derlenen "Yaşadığım Gibi" yazarın, şair, hikayeci - romancı ve edebiyat tarihçisi olarak millî kültürümüzle ilgili özlü fikirlerini yansıtmaktadır.

Öğle saatlerinde güneş vuran suyun elmas bir havuz gibi genişlemesi...

Antalya'ya 1916 sonbaharında geldim. Epeyce büyümüştüm. Tek başıma geceleri deniz kıyısında veya kayalıklarda (Hastahanebaşı'nda) gezmek hakkım vardı. Karanlık epeyce inip de kayaların gölgesi beni korkutana kadar orada kalırdım. Denizin iki manzarası beni çıldırtırdı. Biri bu kayalıkların sahile bakan bir yerinde sabah ve akşam saatlerinde durgun denizin ışıkla ve dipteki taş ve yosunlarla aldığı manzaradır. Bu kayalarda beni mesut eden şeylerden biri de yine sakin saatlerde kovuklara suyun dolup boşalmasıydı. Bir de öğle saatlerinde güneş vuran suyun elmas bir havuz gibi genişlemesi. Bunlar benim muhayyelem için büyük mânâları olan şeylerdi. Bu ancak büyülenme kelimesiyle anlatılabilecek bir haldir. Fakat galiba bu da yetmez; hakikat şu ki, üzerimde bir türlü çözemediğim bir sır, gelecek zamana ait bir ders tesiri yapıyorlardı. 1921 yılında tekrar Antalya'ya tatil için döndüğüm zaman bir gün yine Hastahane yolunda iki evin arasından tekrar güneşle birleşmiş, güneşin sarayı ve havuzu olmuş bu su ile karşılaştım. Manzara sadece muhteşemdi. Fakat bu güzellik bana acaip bir ölüm düşüncesi arasından geldi. Hiç bir şey bu kadar insana yakın, buna rağmen bu kadar ezici, ondan ayn olamazdı. Bu, şiire kendimi verdiğim seneydi.

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
438
Baskı Tarihi
Mayıs 2008
ISBN
978-975-9169-77-0
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Kırmızı
Editörü
Fahri Özdemir
"Bu çıkmazı aşmak için, bir zihin devrimine gerek vardır. Türkiye'de çağdaş ve özgürlükçü düşünce, kendisini yetmiş veya seksen yıldan beri cenderesine alan ipoteği atmalı, Türk modernleşmesinin tarihi eleştirel bir gözle yeniden değerlendirilmelidir." Ancak bu kambur atıldıktan sonradır ki, Kemal Atatürk adındaki parıltılı ve trajik insan, gerçek boyutlarında ele alınabilir; Türkiye gibi toplumlarda yüzyılda bir yetişen bu büyük kabiliyet, olağanüstü ihtirasları ve olağanüstü hatalarıyla, tarihte ait olduğu yere konabilir."

Emperyalist devletlerin değişmez emeli, Türkiye'yi bölmek, paylaşmak veya işgal etmek midir?

Emperyalizmin altın çağı olan 19.cu yüzyıl boyunca iki büyük Batılı emperyalist devletin Şarktaki hakim politikası, Osmanlı imparatorluğunun varlığını ve toprak bütünlüğünü korumak olmuştur. İngiltere ve Fransa, bu amaç uğruna 19.cu yüzyılda üç kez (1828, 1854 ve 1878'de) genel bir Avrupa savaşını göze almışlardır. 1854-56 Kırım harbinde yüzbinin üzerinde İngiliz ve Fransız genci, Osmanlı devletinin birlik ve bütünlüğünü savunmak uğruna hayatlarını feda etmişlerdir.