Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
527
Baskı Tarihi
Eylül 2010
ISBN
978-605-5482-00-8
Baskı Sayısı
0. Baskı
Basım Yeri
Ankara 2010
Yayın Evi
FECR YAYINEVİ
Mütercimi
Prof.Dr.Hicabi Kırlangıç - Prof.Dr.Derya Örs
Orijinal Adı
Hubut der Kevir
Birden elindeki elmayı uzattı ve gözleriyle benden onu dişlememi istedi. Fakat ben dudaklarımı daha sıkı kapattım. Yüreğimdeki dilsiz bir duygu diyordu ki an, büyük bir inkılâp anıdır. Bütün varlık olduğu yerde durmuş heyecanla bekliyordu. O, bir isyan alevi gibi karşımda dalgalanıyor ve sabırsız yakıyordu beni. Bense kalbinde korkunç bir volkanın patlamak için sabırsızlandığı dağ zirvesinin sakinliğine sahiptim. O her an daha kararlı ve saldırgan, ben her an daha tereddütlü ve ezgin. Günah duygusu.

"Ben sizin bilmediğinizi bilirim!"

O birden bire büyük ve güzel ellerini, yaratılış ve hayat mucizesinin kaynağı olan ellerini, uzayın göğsünden uzattı. İki avvucunu yan yana tuttu. Nasıl geçtiğini anlamadığım gizemli bir anda, ateşten bir dağ, deli, kasıp kavuran ve yerinde duramayan bir ateş ortaya çıktı avuçlarında. Ucu, göğün göğsünde gözlerden dökülüyordu. Rengi güneşin kalbi gibiydi. Korku verici bir güzelliği, vahşi bir azameti vardı. Nur görkemindeydi görkemi. Fakat şimşek gibi kaçıyor, parıltısı kayboluyordu. Gizemli bir dertten ya da dayanılmaz bir hazdan kıvranan korkunç bir yanardağdı. Şekli belirgin değildi, fakat sürekli değişmekte olduğunu görüyordum. Yokluğun bedeni titremeye başlamıştı. Korku, bütün kainatı suskunluğa gark etmişti. Birden bire Tanrı'nın sesi, varlığı yokluk sessizliğine gömdü. Ses onu dağlara, ovalara ve denizlere sundu. Korkudan hiçbirinin cevap verecek gücü yoktu. Uzun boylu dağlar kağıttan fener gibi katlanıp küçüldü. Geniş ovalar eteklerini topladılar. Denizler kaçmaya başladılar. Hepsi onu üstlenmekten kaçındı. Ben üstlendim, biz üstlendik! O şaşkınlık içindeydi. Öne çıktım ve melekûtun korkulu bakışları önünde o gazaplı ateş dağını Tanrı'nın elinden aldım. Tanrı, yüzünde sevinç gülleri açar ve dudaklarından güzel tebessümün sevgi balı dökülürken dedi: -Ah, ne kadar da cahil ve zalimsin! Gözüm ve gönlüm, ezelden beri Tanrı'nın dudaklarından dökülen en muhteşem övgüyü andıran bu azarlamadan dolayı şükür ve gözyaşıyla doldu. Öfke ve memnuniyetsizlik meleklerin yüzlerinden okunuyordu. Tanrı onlara "adlar"sordu. Hiçbiri bilemedi. Dediler, senin öğrettiğinden başka bilgimiz yok bizim. Sonra bana sordu. Hepsini bir bir cevapladım. Tanrı onlara seslendi: "Gördünüz! Ben sizin bilmediğinizi bilirim!" Çaresiz acıyla sustular. Sonra Tanrı onlara emretti: "Hepiniz, büyüğünüz, küçüğünüz, uzağınız yakınınız, bunların ayaklarına kapanın." Buyruk Tanrı'nın buyruğuydu. Hepsi secdeye baş koydular; tuğyan eden Şeytan'dan başka.

Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
527
Baskı Tarihi
Eylül 2010
ISBN
978-605-5482-00-8
Baskı Sayısı
0. Baskı
Basım Yeri
Ankara 2010
Yayın Evi
FECR YAYINEVİ
Mütercimi
Prof.Dr.Hicabi Kırlangıç - Prof.Dr.Derya Örs
Orijinal Adı
Hubut der Kevir
Birden elindeki elmayı uzattı ve gözleriyle benden onu dişlememi istedi. Fakat ben dudaklarımı daha sıkı kapattım. Yüreğimdeki dilsiz bir duygu diyordu ki an, büyük bir inkılâp anıdır. Bütün varlık olduğu yerde durmuş heyecanla bekliyordu. O, bir isyan alevi gibi karşımda dalgalanıyor ve sabırsız yakıyordu beni. Bense kalbinde korkunç bir volkanın patlamak için sabırsızlandığı dağ zirvesinin sakinliğine sahiptim. O her an daha kararlı ve saldırgan, ben her an daha tereddütlü ve ezgin. Günah duygusu.

Zerreler

İlk gecenin sonuydu. Ondan önce ne gece vardı, ne gündüz. İlk gece sona ermekteydi. Zerreler âlemi susmuş, "Elest tufanı"nı bekliyordu. Birden melekler uçmaya başladılar. Varlık âleminin her yanını ve yokluk sahrasının bütün ufuklarını dolaştılar. Varlık ve yokluk aynıydı. Var olan sadece yokluktu. Meleklerin kanatlarının ivecen ve hafif gölgesi, daha hiçbir beden görmemiş ve kendini hiçbir cisme bulaştırmamış olan temiz ruhlar gibi her yandan kaçıyordu. Meleklerin sesleri, biricik rahibini çağıran hüzünlü mabedin mahzun ve dokunaklı sesi gibi varlık fezasında yankılanıyordu. Melekler, Rab Hazretlerinin mesajını onun maveraî dergâhından yokluk âleminin bütün zerrelerine ulaştırmaya memurdular. Tanrı zerreleri çağırıyordu. Birden bire zerreler heyecana kapılıp çığlık attılar. Hala geceydi, ilk gecenin sonu. Dağınık haldeki zerreler, meleklerin davet sesiyle bir araya geldiler, toplandılar ve göz açıp kapayıncaya kadar dizi dizi, yan yana, arka arkaya oturdular. Anlatılamaz bir toplandıydı! Hangi gözün onu görmeye gücü yeter ki? Hangi hayalin onu gözünde canlandırma kudreti vardır ki? Öyle bir haşmet ve azametti ki yokluğa bile zor sığıyordu! Herkes toplanmıştı; bütün her şey, bütün herkes, gelip de ölenlerin hepsi ve gelecek olanların hepsi. Suskunluk vardı, sadece suskunluk. Bekleyiş vardı, sadece bekleyiş!

Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
527
Baskı Tarihi
Eylül 2010
ISBN
978-605-5482-00-8
Baskı Sayısı
0. Baskı
Basım Yeri
Ankara 2010
Yayın Evi
FECR YAYINEVİ
Mütercimi
Prof.Dr.Hicabi Kırlangıç - Prof.Dr.Derya Örs
Orijinal Adı
Hubut der Kevir
Birden elindeki elmayı uzattı ve gözleriyle benden onu dişlememi istedi. Fakat ben dudaklarımı daha sıkı kapattım. Yüreğimdeki dilsiz bir duygu diyordu ki an, büyük bir inkılâp anıdır. Bütün varlık olduğu yerde durmuş heyecanla bekliyordu. O, bir isyan alevi gibi karşımda dalgalanıyor ve sabırsız yakıyordu beni. Bense kalbinde korkunç bir volkanın patlamak için sabırsızlandığı dağ zirvesinin sakinliğine sahiptim. O her an daha kararlı ve saldırgan, ben her an daha tereddütlü ve ezgin. Günah duygusu.

Çamur Çocuklar

Evet, ta başından biliyordum ne olup biteceğini. Tanrı, "Kendim için yeryüzünde kendim gibi bir halife yaratma kararındayım." diye açıklayınca sırtım titredi! Korkudan ve edepten bir şey söylemedim. Fakat yüzleri Tanrı'ya daha açık olan meleklerin bir şey söylemeleri için dua ediyordum. Hepimiz ne olacağını biliyorduk. Yokluk sahrasında bir velvele koptu ansızın. Melekler küçük, büyük, uzak, yakın, korkulu ve heyecanlı, her yandan seğirterek yüce arş dergahına doğru uçuşa geçtiler. Rüyadaki görüntüden daha hızlı geçen sonraki anda hepsi ihtişamlı nur tahtının önünde dikilip feryat ettiler: "Rabbimiz! Yine yeryüzünde, dünyayı harap edip, kana bulayacak bir varlık mı yaratacaksın?" Rableri, kararlı ve tereddütsüz bir sesle buyurdu: "Ben sizin bilmediğiniz sırrı bilirim." Kaçınılmaz olarak hepsi trajediyi beklerken sessiz kaldı. Fakat hiçbiri Tanrı'nın cevabında gizli olan özel anlamı anlamadı; şimdi de müfessirler. Tanrı, çamur oğullarının yaratılışı ve bunun uğursuz akıbeti konusunda meleklerin korkulu ve kara öngörülerini tekzip buyurmadı. Dedi ki bu işin sırrını, bu kan dökücü varlığın yaralışında gizli olan felsefeyi siz bilmezsiniz. Yoksa sonraki ipuçları, daha işin başında meleklerin öngörülerinin doğru olduğunu gösterdi. Tanrı da bu muhteris, zalim ve inkârcı çamur çocukları konusunda onlarla hemfikir olduğunu gizlemedi.

Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
527
Baskı Tarihi
Eylül 2010
ISBN
978-605-5482-00-8
Baskı Sayısı
0. Baskı
Basım Yeri
Ankara 2010
Yayın Evi
FECR YAYINEVİ
Mütercimi
Prof.Dr.Hicabi Kırlangıç - Prof.Dr.Derya Örs
Orijinal Adı
Hubut der Kevir
Birden elindeki elmayı uzattı ve gözleriyle benden onu dişlememi istedi. Fakat ben dudaklarımı daha sıkı kapattım. Yüreğimdeki dilsiz bir duygu diyordu ki an, büyük bir inkılâp anıdır. Bütün varlık olduğu yerde durmuş heyecanla bekliyordu. O, bir isyan alevi gibi karşımda dalgalanıyor ve sabırsız yakıyordu beni. Bense kalbinde korkunç bir volkanın patlamak için sabırsızlandığı dağ zirvesinin sakinliğine sahiptim. O her an daha kararlı ve saldırgan, ben her an daha tereddütlü ve ezgin. Günah duygusu.

Bir Beyit Olmayı Beklemek

Tanrı'nın ruhu canında, emaneti sırtında, kalemi elimde, adların hikmeti, "Veda" bilgisi gönül levhamda, kainat karşımda rukûda, melekler ayaklarımın dibinde secdede ve ben Tanrı'nın melekûtunda özgür ve taslaklar denizinin kıyısında, tanrısal kudretin gölgesi üzerimde, Cebrail'in yumuşak kanatları ayaklarımın altına şefkatle serilmiş... Fakat lezzetleri tek başına tatmak ne acı ve güzellikleri yalnız başına görmek ne çirkin ve tek başına mutlu olmak ne çileli bir mutsuzluktur! Cennette yalnız olmak, çölde olmaktan daha zordur. Baharda yüzüne çarpan her esinti, kafanda yalnızlığın hatırasını uyandırır. Her kırmızı gül, kalbini ateş gibi dağlar. Güneşle yağmurun birbirine karıştığı günlerde, gökten yıldız yağdığı ve çölün sesin kalbine bir çağrıyı tekrarladığı çöl gecelerinde, sahranın göğsünde kanlı ufka bakarken ve yalnız bir yolcu tanyeri ağarırken tren kompartımanından yeni yılı karşılarken, her zamankinden daha çok ve her yerdekinden daha çetin hissederim ki tabiatın bu büyük "mesnevi"sinde yarım kalmış bir "mısra"yız. Var oluşumuz, bir "beyit" olmayı beklemektir.

Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
527
Baskı Tarihi
Eylül 2010
ISBN
978-605-5482-00-8
Baskı Sayısı
0. Baskı
Basım Yeri
Ankara 2010
Yayın Evi
FECR YAYINEVİ
Mütercimi
Prof.Dr.Hicabi Kırlangıç - Prof.Dr.Derya Örs
Orijinal Adı
Hubut der Kevir
Birden elindeki elmayı uzattı ve gözleriyle benden onu dişlememi istedi. Fakat ben dudaklarımı daha sıkı kapattım. Yüreğimdeki dilsiz bir duygu diyordu ki an, büyük bir inkılâp anıdır. Bütün varlık olduğu yerde durmuş heyecanla bekliyordu. O, bir isyan alevi gibi karşımda dalgalanıyor ve sabırsız yakıyordu beni. Bense kalbinde korkunç bir volkanın patlamak için sabırsızlandığı dağ zirvesinin sakinliğine sahiptim. O her an daha kararlı ve saldırgan, ben her an daha tereddütlü ve ezgin. Günah duygusu.
Neden Altını Çizdim?
"Kuşlara benzer kelimeler, odana dolarlar bir akşam. Nereden gelirler bilinmez. Kâh çığlık çığlığadırlar, kâh sesleri işitilmez. Çiçeğe benzer kelimeler, turuncu, erguvan, beyaz. Bir rüzgâr sürükler hepsini. Bulutlara güven olmaz."

Cemil Meriç

Sözler

İnsanın kendisinin bile orada yabancı bir dinleyici olduğu, bir şeyler söylemiş olmak için değil, bir şeyler işitmiş olmak için söylediğimiz, söyleme alçaklığına artık boyun eğmeyen sözler... Onları düşünmek gerek, açıklaması yok. Var ama dille, kelimeyle değil. Onun açıklaması halvettir; bir yüz buruşturma, alnın üstünde bir dalgalanma ve parıltı, bir dudak titremesi, ağır ve acıklı bir susuş, özlem dolu acı bir tebessüm, başın ve boynun hızlıca sallanışı, dilin hızla dönüşü, bir dudak ısırma, parmakla şakakları tırmalama, yürüme, kendini bahçeye, sokağa, caddeye vurma... İşte bunlardır bu sözlerin cümleleri ve kelimeleri... Bir de düşüncenin bile ulaşamayacağı sözler var. Havalanır, ağırlıksız hale gelir ve sadece hayaller göğünde uçarlar. Sanki yoklukta uçan kuşlardır. Karışık bir rüyanın içinden geçen kaçak gölgeler gibi, gözlerimizi birden sımsıkı kapatıp sıkarken, gözümüzün önünde uçuşan, hemen dağılıveren rengarenk güzel daireler ve zerreler gibi... Ne sözlerdir bunlar! Ne kadar hafif, şekilsiz ve zarif! Letafetin cinsinden, güzelliğin soluğundan doğan, tavus tüyünün renkleri gibi... Herşeyden kaçıp, boş bir odaya, büyük ve sınırsız bir yalnızlığa sürünmek, ışığı kapatıp yalnız başına oturmak, bir sigara tüttürüp bu dilde konuşmak gerek. Yok yok, oturup, her çekişte gülümseyerek karanlığın bir yanını yakan sigara ateşinin koyu ışıkları altındaki belli belirsiz dumanların arasından o renkli, sınırsız, ağırlıksız ve şekilsiz sözlerin uçuşunu seyretmek lazım. Ne muhteşem, ne düşsel bir ateş oyunu... Bir de artık hayalin fezasına sığmayan, orası bile kendilerine dar gelen, hayallerin bile kendilerine ayak uyduramadığı, asla planlanmamış sözler vardır. Birbirlerinden ayrılmış ve kopmuş değildirler. İç içe geçmiş, kaynaşmış, terkip olmuş, büyük, ağır ve donuk kocaman bir kaya oluşturmuş, sadece ağırlığını, ihtişam ve azametini göğsümüzün üstünde hissettiğimiz, takat yetmez baskısı altında şaşkınlık, bunaltı ve acıdan dolayı sessizce durduğumuz milyarlarca anlamdırlar. Bu sözleri açıklayan özel dil, bir tür "sükût"tur. Bir de kararsız, bitkin, bir yerlerde duramayan, rüzgarın elinde dönüp duran hafif tüyler gibi bir türlü duramayan, kelimeleri sarhoş olmuş sözler vardır. Sersemlemiş, ürkmüş, başı dönmüş, sarhoş haldedirler. Ayaklarına bağ vurdurmazlar. Ateşin üzerinde üzerlik otu gibi yalpalar, uçuşur, döner, ne yapacaklarını bilmezler. Kelimeleri ayrı ayrıdı, yan yana durmaya dayanamazlar. Bu cümle bir şarkıdır, ritimdir, sürekli bir inleme ve nağmedir. Şarkının, müziğin, okumanın, mırıldanmanın ve inlemenin bu kelimelerin dili olduğu yer burasıdır. Ruhun yaralı veincinmiş tellerini titreten, birbirini izleyen tınılar, yumuşak ve tatlı bir müzi; bir senfoni, bir sonat, Meskoviç'in "ay ışığı sonatı", içinde bütün kara acıların ve sözlerin çınladığı bir caz çığlığı... Bir de sadece bakışların söylediği sözler vardır. Bunu pek çokları anlar, pek çok kişi, hatta ortalama insanlar bile. Ne var ki bakışların dili de ağızların dili gibi, hep aynı seviyede ve aynı türde söz söylemez...

Vizontele
Vizontele, 2001 yapımı Yılmaz Erdoğan - Ömer Faruk Sorak filmidir. Senaryosunu da Yılmaz Erdoğan'ın yazdığı film Hakkâri'de geçmekteyse de, burada çekim yapmanın zorluğu nedeniyle çekimler, Van'ın Gevaş ilçesinde yapıldı. Çoğunlukla BKM oyuncularının rol aldığı filmin 2004 yılında Vizontele Tuuba adlı bir devam filmi çekildi.

Ben gidersem ölürler...

"Başkan: Nasıl yani, sen şimdi kuşlar yüzünden mi gitmedin Danimarka'ya? Emin: E, ben gidersem ölürler.
Vizontele
Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
0
Baskı Tarihi
2000
ISBN
975-7462-94-2
Baskı Sayısı
3. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Dergâh
Ahmet Hamdi Tanpınar'ın çeşitli gazete ve dergilerde yayımlanmış yazılarından derlenen "Yaşadığım Gibi" yazarın, şair, hikayeci - romancı ve edebiyat tarihçisi olarak millî kültürümüzle ilgili özlü fikirlerini yansıtmaktadır.

Ölü olarak yaşamayı kendiliğinden kabul etmiş gençler

Gençlerimiz ihtirassız, hatta heyecansız; gençlik bir takım meselelere açılmak, onları hararetle yaşamaktır. Boşlukta ne san'at eseri, ne de fikir olur. En dışımızda görünen bilgi bile içimizde yaşayan bir azap şeklinde olmalıdır. Mektep bitirmek için mektep bitirilmez. Her genç enginde bir gemi gibi her an kendi kendisine (ben neyim) -(niçin buradayım)- (Ne yapmak istiyorum) sualini sormalıdır. Bunu yapmayan genç hiçbir zaman genç olamayacak bir ihtiyardır. Yani ölü olarak yaşamayı kendiliğinden kabul etmiş demektir.

Türü
Hatırat
Sayfa Sayısı
207
ISBN
978-605-4195-17-6
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Düşün
Editörü
H.Ahmet Menteş

Öyle namussuz adam ki hiç düşmanı yok

Nurettin Topçu "muhterem adam" sıfatıyla cemiyette ve siyasette işini yürüten ve düşmanı olmayan insanlar için "Öyle namussuz adam ki hiç düşmanı yok" diyordu. Menfaatini mabudu yapan ve "Baktın zamane uymadı, sen uy zamaneye" diyenlerin değil, "Adem ol, isterse hasım olsun bütün alem sana" veya "Ey can bir can için her cana minnet eyleme Muhannet dünya için nadana minnet eyleme" diyebilen insanların dostuydu.

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
438
Baskı Tarihi
Mayıs 2008
ISBN
978-975-9169-77-0
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Kırmızı
Editörü
Fahri Özdemir
"Bu çıkmazı aşmak için, bir zihin devrimine gerek vardır. Türkiye'de çağdaş ve özgürlükçü düşünce, kendisini yetmiş veya seksen yıldan beri cenderesine alan ipoteği atmalı, Türk modernleşmesinin tarihi eleştirel bir gözle yeniden değerlendirilmelidir." Ancak bu kambur atıldıktan sonradır ki, Kemal Atatürk adındaki parıltılı ve trajik insan, gerçek boyutlarında ele alınabilir; Türkiye gibi toplumlarda yüzyılda bir yetişen bu büyük kabiliyet, olağanüstü ihtirasları ve olağanüstü hatalarıyla, tarihte ait olduğu yere konabilir."

Evrenos Paşa

Devlet yönetiminde aslen Türk olmayan unsurlardan yararlanma eğilimi, genel kanının aksine, Fatih'le başlamış değildir. Osman Gazi'nin yakın mücadele arkadaşı olan Köse Mihal, Bilecik yakınında bir kalenin tekfuru (derebeyi) iken ihtida etmiş bir Bizans soylusudur. Onun soyundan gelen Mihaloğulları Rumeli fethine katılmış, karşılığında kendilerine Bulgaristan'da geniş araziler ve akıncılık payesi verilmiştir. Ailenin çeşitli kolları halen İstanbul ve Amasya'da yaşamaktadır. Rumeli fatihi Evrenos Paşa da aslen bir Bizans soylusudur (kimi kaynaklara göre Bizans'ın son Bursa valisi iken Osmanlı tarafına geçmiştir). Evrenosoğulları yüzyıllarca Vardar Yenice'sinde toprak ve mansıp sahibi olduktan sonra, 19.cu yüzyılın milliyetçilik keşmekeşinde yurtlarını terkedip muhacir olarak Türkiye'ye dönmek zorunda kalmışlardır.

Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
520
Baskı Tarihi
Mart 2010
ISBN
978-975-60047-89-0
Baskı Sayısı
0. Baskı
Yayın Evi
Fecr Yayınevi
Mütercimi
Okan Sevinç
Orijinal Adı
Gofteguhayı Tenhayi
O, inançları uğruna bu yolu tercih etmişti. İnanç bütün hayatını kaplamış ve genç yaşta siyasi ve toplumsal olaylara karışmıştı. Onu bu yola inançları sürüklemişti. Bir an olsun yürümekten geri kalmadı, hiçbir engel ona mani olamadı. Hiçbir davet ve olay, onu bir an olsun tereddüde düşürmedi. Hikâyesi çok uzundur! Siyasi suçluları ya acı çeksin de teslim olsun diye gurbete sürgün ederler ya da canı yansın diye zindana atarlar. O her ikisine de maruz kalmıştı, gurbette zindana atılmıştı.

İnsan İklimi

Varlığımız, konuşmamız, düşüncemiz, tasa ve kıvancımız, bekleyişlerimiz, isteklerimiz, ihtiyaçlarımız, acılarımız ve hatta mutsuzluklarımız ve sövgülerimiz bile samimidir. Gönül samimiyeti, doğruluk samimiyeti, dürüstlük samimiyetidir. Sen kendi içinde, kendinle samimi ol! Sen de Buda'nın, Dekart'ı dolandırmasına izin verme. Okumadın mı: Herbirimizin içinde iki kişinin evi vardır. Her birimiz iki kişiyiz. Her Avrupalı bir Dekart ve bir Paskal'dan ibarettir. Her Doğulu bir Buda ile bir Konfüçyüs'ü içinde taşır. Her Müslüman bir İbni Sina ile bir Ebu Said'e sahiptir; özetle, her Dante'de bir Vergilius ile bir Beatrice yaşıyor. Yaşam mı? Hayır, savaş! İnsan bir tereddütten ibarettir, herkes bir "Ne yapmalı?"dır. İnsanın en doğru gerçeği bundan başka bir şey değildir. Bu tereddüt, ızdıraplar, dertler, taşkınlıklar, acılar ve canımızı bîzar eden bu ağır ve acımasız karanlıklar işte buradan, fıtratımızın derinliğinden, yaratılışımızın beyninden ve varlığımızın meçhul derunundan kaynaklanıyor. Benim felsefelerde, irfanlarda, dinlerde, ilimlerde, edebiyatlarda ve yaygın dillerde kullanılan bu kelimeleri sana hangi manada söylediğimi görüyorsun. Felsefemiz, irfanımız, dinimiz, edebiyatımız ve kullandığımız dil= ben+sen+o- kainat, bu akılsızlık diyarı, bu yeryüzü denilen kirli iklime yabancıdır.