Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
527
Baskı Tarihi
Eylül 2010
ISBN
978-605-5482-00-8
Baskı Sayısı
0. Baskı
Basım Yeri
Ankara 2010
Yayın Evi
FECR YAYINEVİ
Mütercimi
Prof.Dr.Hicabi Kırlangıç - Prof.Dr.Derya Örs
Orijinal Adı
Hubut der Kevir
Birden elindeki elmayı uzattı ve gözleriyle benden onu dişlememi istedi. Fakat ben dudaklarımı daha sıkı kapattım. Yüreğimdeki dilsiz bir duygu diyordu ki an, büyük bir inkılâp anıdır. Bütün varlık olduğu yerde durmuş heyecanla bekliyordu. O, bir isyan alevi gibi karşımda dalgalanıyor ve sabırsız yakıyordu beni. Bense kalbinde korkunç bir volkanın patlamak için sabırsızlandığı dağ zirvesinin sakinliğine sahiptim. O her an daha kararlı ve saldırgan, ben her an daha tereddütlü ve ezgin. Günah duygusu.

Pencerenin yanı başında yoklama...

Var olmak, dar ve karanlık bir hücredir; kapısı ölüm, penceresi hayattır. Pencerelerini bulamamış veya sadece "var olmak"la yetinecek kadar "az" olanlar, bu "azıcık oluş"ları birazcık fazlalaştırdığında, intihar kurtarıcısının yardımıyla, kapıyı açar ve kurtuluşa doğru kaçarlar. Ama ben, tam on beş yıldır, Rüstem'in çocukluğu gibi, her gün bir yıl miktarı büyüyorum. Her gece miraç zirvelerine çıkıyorum. Her yıl içimde bir çöl susuzluğu ihtiyacı doğuyor. Pencerenin yanı başında yoklama oluyorum. Bir başka dünyanın genişliğinde bir hücre, ayrılık içinde bir ölümün ve vuslatın dinginliği ve sonsuzluğunda bir hayat, gurbette bir vatan, yalnızlıkta bir kalabalık içinde... Yalnızlıkta ne kalabalıklar, sessizlikte ne gürültüler, Viraf gibi, beni her yolculuğumun başında, İmşaspendlerin, izedlerin, meleklerin ve Fraveherlerin dünyasına götüren, ne nimetler, ne servetler, cennet bahçeleri, baharlar, güneşler, seherler, denizler, ırmaklar, pınarlar, manzaralar, posta güvercinleri, sufi çiçekleri, insanı tefekküre daldıran şarap sarhoşlukları ve ne hikayeler, hikayeler vardır! Her biri, rivayetlerin bittiği, en temiz ilahi kelimelere bile yol verilmeyen uzak ülkelere seferlerin başladığı yerden başlar... Nasıl desem? Kime desem? Bazen "O"na söylerdim. Gözleri vahiy renginde olan ona, sessizliğinde yüzlerce söz mesnevisi saklı olan ona; bu yalnızlık seyrü sülûklerimde, bu hülyalı yolculuklarımda, bu kendi içimde çıktığım seferlerde, ara sıra adım adım benimle omuz omuza yoldaş olduğunu, konakları benimle birlikte aştığını gördüğüm ona... Bu anlarda, onun suskun bir masala benzeyen yüzüne "Senden başka bir muhatabın olmadığını biliyor olsam da, aferin sana, onca söylenmemiş sözün muhatabı" dercesine nasıl bir gözle bakardım. Onca sözün olmasına ve onların benden başka muhatabı olmadığını bilmene rağmen söylemediğin için aferin sana. Gözlerimin önünde bir melekût zenginliğine ve kutsallığına sahip konuşmaların sabırsızlığın sükûtunu bozamadığı nasıl bir ihtişama eriştiğini; kalbimde, güzel ve anlamlar bulucu gönlünün, aynı yüreğe sahip iki yabacı olan bizim aramızdaki sessizliğin hürmetini koruduğunu bildiğimden ne kadar yüceldiğini bilemezsin. Birbirimizi sonsuza dek terk ettiğimiz o halde, onca susuz ve yakın bir tanışıklığın alevli ve sabırsızlıkla dolu kavgası içinde birbirimizle tanışmadan geçip gitmemiz ne büyük bir sabırdı. Her biri bir ateş mermisi gibi, çılgınca patlayışı içinde barındıran o kelimelerin hücum yağmuru altında, suskun kalıp birbirimizden vazgeçmemiz ne biçim bir sabırdı. Sahip olduğun sessizliğin yüceliğinin saygısına, böyle takat yetmez bir ihtiyacın saldırısına bir peygamber sabrıyla karşı koymana duyduğum saygıyla, üç yıldır rüyalarımda her an bir peri kızı olarak tecelli ediyor, hayat penceremin önünde, hayalimde yükselen göğün orta yerinde, mor ufuklarımın uzaklarında, sevginin yükseklerdeki güneşinin eteğinde, her Aryaî bir ihtişama, Ahuraî bir doğuşa erişiyorsun.

Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
520
Baskı Tarihi
Mart 2010
ISBN
978-975-60047-89-0
Baskı Sayısı
0. Baskı
Yayın Evi
Fecr Yayınevi
Mütercimi
Okan Sevinç
Orijinal Adı
Gofteguhayı Tenhayi
O, inançları uğruna bu yolu tercih etmişti. İnanç bütün hayatını kaplamış ve genç yaşta siyasi ve toplumsal olaylara karışmıştı. Onu bu yola inançları sürüklemişti. Bir an olsun yürümekten geri kalmadı, hiçbir engel ona mani olamadı. Hiçbir davet ve olay, onu bir an olsun tereddüde düşürmedi. Hikâyesi çok uzundur! Siyasi suçluları ya acı çeksin de teslim olsun diye gurbete sürgün ederler ya da canı yansın diye zindana atarlar. O her ikisine de maruz kalmıştı, gurbette zindana atılmıştı.

Bu kıssaya elem gerekir...

Aynülkuzat Hamedanî'ye bir yoldaşı -ki birlikte yaşıyorlardı ve varlığı birbirine dert ortağı kılmışlardı. (halbuki varlığın bizzat kendisi en büyük derttir.) Bu her nefesinde ona niyet ediyor ve bakışında bunu görüyordu - şöyle dedi: "Tasavvuf adabı, hırka giyme geleneği, bıyık bırakma sünneti ve dervişlerin yoluna girme usulü hakkında bir kitap yaz. Böylece tarikat yolculuğuna çıkan talibe ve talep vadisine girenlere faydası olsun. Öyle ki gönül ehlinin isteği, nazar ehlinin kastı, sevgi ateşiyle yananların sevgilisi ve yol sevdalısının maksadı olsun... (...) Aynülkuzat bunu kabul etti, bütün gücüyle bu kitabı yazmaya koyuldu. On ikinci yılın sonunda bitirdi, on iki yıllık evden uzakta kalmasını bu önerinin hatırına gerçekleştirdi ve bu gurbetin nedenini düşündü. O, sefa sufilerinin âdeti ve Mustafa şeriatının yolu üzere hırka giymenin adabını yazabilmek için uzun gecelerde sabaha kadar uyumadı, uzun gündüzlerde gaflete dalmadı. Dostu öyle istiyordu, bu konuda büyük bir ciddiyet gösterdi. (...) Bir çok bölüm yazdı, temel ilkeler tespit etti, şerh yazdı, çok sayıfa ince nükte ortaya koydu, sayfalar dolusu yazı yazdı ve kitabı bitirdi, yeniden gözden geçirdi, kızdı, perişan oldu, sözünü çevirdi, yeniden baktı, kızdı, sözü yaktı, suda yıkadı, son cümleyi bıraktı, dosta verdi. Tarihte yer aldığına göre o cümle şuydu: "Bu kıssaya elem gerekir, kalemden hiçbir hayır gelmez."

Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
520
Baskı Tarihi
Mart 2010
ISBN
978-975-60047-89-0
Baskı Sayısı
0. Baskı
Yayın Evi
Fecr Yayınevi
Mütercimi
Okan Sevinç
Orijinal Adı
Gofteguhayı Tenhayi
O, inançları uğruna bu yolu tercih etmişti. İnanç bütün hayatını kaplamış ve genç yaşta siyasi ve toplumsal olaylara karışmıştı. Onu bu yola inançları sürüklemişti. Bir an olsun yürümekten geri kalmadı, hiçbir engel ona mani olamadı. Hiçbir davet ve olay, onu bir an olsun tereddüde düşürmedi. Hikâyesi çok uzundur! Siyasi suçluları ya acı çeksin de teslim olsun diye gurbete sürgün ederler ya da canı yansın diye zindana atarlar. O her ikisine de maruz kalmıştı, gurbette zindana atılmıştı.

Gül ve Kelime

Kelimeler, genelde kullanılan etiketli zarflardır ve kavramların aktarımı ile müşterek duyguların ve durumların açıklanmasında her ne kadar yeterli ve becerikliyseler de normal ve yaygın olmayanı aktarmada da o kadar aciz ve çaresiz kalırlar. İnsanlar kesme şekerler gibi birbirlerinin kopyasıdır. Doğrusu, yüzlerce renk, aynı tür ve aynı ölçüde civciv üreten civciv makineleri gibi, insanların hepsi gülü aynı şekilde görüyor, aynı şekilde hissediyorlar. Gülün, onların hepsi için bir tek anlamı vardır. İnsanların hepsi ondan aynı şekilde etkileniyorlar. Eğer bu insanların içinde başka bir tür insan olsaydı ve o gülü başka bir şekilde görseydi, onu başka bir şekilde hissetseydi, kelimeler onun için ne yapabilirdi? Hiçbir şey! Zaten kelimeler anlayamazlar; kelimeler de anlayamazsa artık hiç kimse anlayamaz; hatta onun kendisi bile...

Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
520
Baskı Tarihi
Mart 2010
ISBN
978-975-60047-89-0
Baskı Sayısı
0. Baskı
Yayın Evi
Fecr Yayınevi
Mütercimi
Okan Sevinç
Orijinal Adı
Gofteguhayı Tenhayi
O, inançları uğruna bu yolu tercih etmişti. İnanç bütün hayatını kaplamış ve genç yaşta siyasi ve toplumsal olaylara karışmıştı. Onu bu yola inançları sürüklemişti. Bir an olsun yürümekten geri kalmadı, hiçbir engel ona mani olamadı. Hiçbir davet ve olay, onu bir an olsun tereddüde düşürmedi. Hikâyesi çok uzundur! Siyasi suçluları ya acı çeksin de teslim olsun diye gurbete sürgün ederler ya da canı yansın diye zindana atarlar. O her ikisine de maruz kalmıştı, gurbette zindana atılmıştı.

Sır

Geceleri seher vakitlerine kadar odasının bir köşesinde yalnız ve uykusuz kalan, bütün varlığını O'nda yok eden, gece ve gündüzleri sürekli uykusuz, yemeksiz, konuşmadan, kendinden ve herkesten uzakta geçiren, sakin, dertli ve yalnızca O'nunla konuşan, O'nu düşünen, O'nunla fısıldaşan, bütün hayatını O'na adayan, bütün işini O'na veren, sararmış rengi içindeki acısını anlatan, açık sessizliği kalbindeki fırtınayı haber veren, sakin ve soğuk yaşamı ruhundaki dinmeyen dinmeyen acıyı anlatan birinin, adımını sokağa attığı zaman, halkın gözünde gamsızlıkla suçlandığını görmesi ve halkın onu yeme, içme ve yatma ehli olarak tanıması ne hoş ve teskin edici bir zevktir. İşte böyle bir durumda saf ihlas ortaya çıkar, iman riya tozundan uzaklaşır ve ruh o tertemiz aşkı, kalp ise o saf ve lekesiz duyguyu bulur. İman ne kadar gizliyse o kadar halis, aşk ne kadar gizlilik perdesi altında saklıysa o kadar temiz olur. Chandel'i, o ilginç ruhu, benim dışımda çok az kimse tanır. O her gece De La Chapelle'i düşünerek, şafağın sökmesini bekler, sabaha kadar uyanık kalırdı. Hikayeler fısıldar, nağmeler mırıldanır, şarkılar söyler, güzel makamlar icra eder ve yalnızlığını onunla giderirdi. Sabahleyin yanından geçtiği zaman ise sanki onunla hiç ilgilenmiyormuş gibi davranırdı. Dünyada en değerli ve en kutsal şeyler, hatta iman ve aşk da dahil herşey, "gösteriş" rezaletiyle karşı karşıyadır. Gizlilik yani "gösterişsiz varoluş" ise o kadar ilahi bir takva, ihlas ve kutsallıkla doludur ki bütün zorluklara ve mahrumiyetlere rağmen harikulade bir tadı vardır. Aynulkuzat'ın naklettiği gibi "Kim aşık olur, aşkını gizler ve sonra da ölürse, cennet ona vacip olur." Cennet ona neden vacip oluyor? Cennet, dünyevi yaşantımızda yaşadığımız cehennemin mükafatı değil midir? Hangi cehennem, dünya hayatında imanı gizlemekten daha acıklı ve yakıcıdır? Ruhun derinliğinde, kalp perdelerinde, sinirlerde ve en doğru, en gerçekçi özünde saklı gizliliğin ateşi, bambaşka bir acıdır!

Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
520
Baskı Tarihi
Mart 2010
ISBN
978-975-60047-89-0
Baskı Sayısı
0. Baskı
Yayın Evi
Fecr Yayınevi
Mütercimi
Okan Sevinç
Orijinal Adı
Gofteguhayı Tenhayi
O, inançları uğruna bu yolu tercih etmişti. İnanç bütün hayatını kaplamış ve genç yaşta siyasi ve toplumsal olaylara karışmıştı. Onu bu yola inançları sürüklemişti. Bir an olsun yürümekten geri kalmadı, hiçbir engel ona mani olamadı. Hiçbir davet ve olay, onu bir an olsun tereddüde düşürmedi. Hikâyesi çok uzundur! Siyasi suçluları ya acı çeksin de teslim olsun diye gurbete sürgün ederler ya da canı yansın diye zindana atarlar. O her ikisine de maruz kalmıştı, gurbette zindana atılmıştı.

Yurtsever olmak ve Gurbette Yaşamak

İnsanın görüntüsü, yeryüzünden kaçışın ve göklere bağlılığın göstergesidir. (...) Göklere yücelen bir varlık demek olan insan, göklerin aşığı, yere düşen bu tek melek, göklere, Tanrı'sına geri dönmedikçe inlemekten vazgeçmeyecektir. Böyle bir varlık için bilgisizlikten daha dert verici ne olabilir? Her zaman hayat için, insan için, ömür için -ne bileyim- hatta Allah için en dayanılmaz dert yalnızlıktır, bilinmezliktir, yabancılıktır diye düşünüyordum. Hazine olmak viranede kalmaktır; yurtsever olmak ve gurbette yaşamaktır... Güzel sözler için ve özel muhatapları dışında hiç kimse için insanın varlık derinliklerinde gizli olup çıkmayan, diğer göz, kulak, anlayış ve duygulardan kaçan, korkan ve gizlenen sözlerden insana daha çok azap veren şey muhatabının olmamasıdır. Hikmet ayının ve ilim güneşinin dışında başka bir alemin olmamasıdır. Kimsesiz olmak, yolculuk aşığı bir insanın yoldaşının olmaması, aşık bir insanın güzelliği bulmaması, güzel olan birinin aşkı aramaması, yarım kalması, yarım yaşaması, bekleyişsiz kalması, çalgıcısı olmayan bir çalgı veya çalgısı olmayan bir çalgıcı olmaktır. Yazmayan bir kalem, okunmayan bir yazı ölü sayılır; hiç kimse için olmamak ve yaşamak için kimsesi olmamaktır. İmansız kalmak, havada, yokluğun ortasında, boşlukta asılı durmaktır, bağsız ve bağlantısız, avare olmak, hedefsiz kalmaktır.

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
0
Baskı Tarihi
2000
ISBN
975-7462-94-2
Baskı Sayısı
3. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Dergâh
Ahmet Hamdi Tanpınar'ın çeşitli gazete ve dergilerde yayımlanmış yazılarından derlenen "Yaşadığım Gibi" yazarın, şair, hikayeci - romancı ve edebiyat tarihçisi olarak millî kültürümüzle ilgili özlü fikirlerini yansıtmaktadır.

14. Asrın Diliyle Konuşmak

Dede Korkut Hikâyeleri, iki asır evvel moda olsaydı, şüphesiz Türk edebiyatı değişirdi. Fakat şimdi bir nev'i dert oldu. Herkes Korkut Ata gibi konuşmağa çalışıyor. Korkunç şey bu... 14. asrın diliyle konuşmak, beyaz beyaz, burcu burcu, kıvıl kıvıl, pırıl pırıl... Ne oluyoruz Allah aşkına... Şöyle sağlam, yerinde, yazanın okur yazar bir insan olduğundan bizi beyhude yere şüphe ettirmeyecek bir dille konuşup yazı yazmayacak mıyız?

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
438
Baskı Tarihi
Mayıs 2008
ISBN
978-975-9169-77-0
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Kırmızı
Editörü
Fahri Özdemir
"Bu çıkmazı aşmak için, bir zihin devrimine gerek vardır. Türkiye'de çağdaş ve özgürlükçü düşünce, kendisini yetmiş veya seksen yıldan beri cenderesine alan ipoteği atmalı, Türk modernleşmesinin tarihi eleştirel bir gözle yeniden değerlendirilmelidir." Ancak bu kambur atıldıktan sonradır ki, Kemal Atatürk adındaki parıltılı ve trajik insan, gerçek boyutlarında ele alınabilir; Türkiye gibi toplumlarda yüzyılda bir yetişen bu büyük kabiliyet, olağanüstü ihtirasları ve olağanüstü hatalarıyla, tarihte ait olduğu yere konabilir."

1929'ler krizi

1924 sonlarından 1930'a değin ülkenin hemen her bucağını saran isyan ve direniş dalgası, burada özetlenen ideolojik başarısızlık çerçevesinde ele alınmalıdır. Direnişin sayısal boyutları hakkında herhangi bir fikir edinmek güçtür. Rejime aktif olarak karşı koyan kesimler sayıca mutlaka azınlıktırlar; ancak her halükârda, Kemalist kadroyu hazırlıksız yakalayan ve "panik" denebilecek tepkilere sürükleyen bir karşı koyma olduğu muhakkaktır. Direnişin odaklaştığı iki platformdan birincisi, kendilerini öncelikle "Türk" değil "müslüman" sayan insanların, bu kimliğin simgesi haline gelen şapka konusu üzerinde yoğunlaştırdıkları inatçı ve eylemli protestodur. Türkiye'nin her yanında onbinleri aşkın insan 1925'i izleyen yıllarda "şapka" uğruna ölümü göze almışlar; birçokları ise (bu arada mahalli etkinliğe sahip seçkinlerin birçoğu) şapka kullanmaktansa evlerine kapanmayı tercih etmişlerdir. Devletin varlığı açısından daha tehlikeli olan, kendini "Kürt" sayan insanların, 1925 ve 1930 yıllarında patlak veren, ve onyıllar boyunca tam olarak bastırılamayan ayaklanmasıdır. Dikkat edilirse Kürtlerin, prensip olarak, bağımsız bir ulus olma talebi yoktur. Fakat "İslamlık" temelinde Türklerle sürdürmeye pekala razı oldukları siyasi beraberliği, "Türklük" temelinde yeniden tanımlamayı kabul etmemişlerdir. İşte bu çift yönlü tehlike karşısında, 1930'a doğru, Kemalist rejimin yeni bir ulusal kimlik arayışına girmesi doğal karşılanmalıdır. Laik-cumhuriyetçi kimlikten "İslamiyet" seçeneğine geri dönmek, devleti yönetenlerin iktidarını – ve bu aşamada büyük ihtimalle hayatını – tehlikeye sokacağı için, geçerli çözüm değildir. Buna karşılık Türklerin biyolojik anlamda bir tek soy ve bir tek aile olduğu görüşüne dayanan ırk teorisi, cumhuriyetle birlikte tehlikeye giren ulusal kardeşlik ve dayanışma duygusunu yeniden tesis etmenin yolu olabilir. Üstelik bu yol, ülke nüfusunun sayıca en büyük, ekonomik ve siyasi açılardan en güçlü kesimini, Kürt tehlikesine karşı birleştirmek yönünden de yarar sağlayabilecektir.

Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
527
Baskı Tarihi
Eylül 2010
ISBN
978-605-5482-00-8
Baskı Sayısı
0. Baskı
Basım Yeri
Ankara 2010
Yayın Evi
FECR YAYINEVİ
Mütercimi
Prof.Dr.Hicabi Kırlangıç - Prof.Dr.Derya Örs
Orijinal Adı
Hubut der Kevir
Birden elindeki elmayı uzattı ve gözleriyle benden onu dişlememi istedi. Fakat ben dudaklarımı daha sıkı kapattım. Yüreğimdeki dilsiz bir duygu diyordu ki an, büyük bir inkılâp anıdır. Bütün varlık olduğu yerde durmuş heyecanla bekliyordu. O, bir isyan alevi gibi karşımda dalgalanıyor ve sabırsız yakıyordu beni. Bense kalbinde korkunç bir volkanın patlamak için sabırsızlandığı dağ zirvesinin sakinliğine sahiptim. O her an daha kararlı ve saldırgan, ben her an daha tereddütlü ve ezgin. Günah duygusu.

"Meçhul kalmak" insan ruhunun en büyük acısıdır.

Meçhul kalmak insan ruhunun en büyük acısıdır. Bir ruh ne kadar güzel, ne kadar zenginse, o ölçüde bir "tanıdık"a muhtaçtır. Ariflerimizin "Aşk ve güzellik ezelde birbirleriyle sözleşmişlerdir." demeleri işte bu yüzdendir. Bu, Doğulu yaratılış felsefesidir. Tanrı bile bilinmek ister, tanınmak ister. Meçhul kalmak istemez. Yalnızlık duygusunu, yabancılık ve gurbet acısını meydana çıkaran meçhul kalmaktır. Her insan, okuyucusunu dört gözle bekleyen bir kitaptır. İslâm, yaratılış felsefesinde, Doğu tasavvufunun sözünü ettiği "aşk"ın yerine "marifet"i ne de güzel yerleştirmiştir. Aşk ne denli güçlü ve güzel bir aşk olursa olsun, içgüdüsel bir ihtiyaçtır. Tabiatın aldatmasıdır, ruh perdesi altında bedenin memurudur. Oysa tanışıklık, insani bir ihtiyaçtır, ruhun işidir. Birisi, insanı idrak eder de bizim o "samimi, saf ve gizli benimizi" anlayacak olursa, içimizde, gizlenmesi mümkün olmayan tarifsiz yakınlık ve tanışıklık duygusu yaratmış olur. Bir ruh, sadece bu durumda iken, bu dünyada iki kişi, birçok kişi olduğunu, yalnız olmadığını görür. Bu ise, Rabbimizi bile sevindiren bir başarıdır. Her halükârda, bir insan, bir kitap değilse de bir kelimedir ve ister istemez, bu sözün anlamını bilen birisine karşı gaybi bir bağlılık duyar. Elbette o kelimenin, herkesin anladığı klişe, bayağı bir anlam taşıyan, pek çok eşanlamlıları olan sözlük anlamı değil, onun sadece bir şairin hissedebileceği, anlaşılır ama nitelenemez ruhunu, ayrımını ve inceliklerini taşıyan özel anlamını...

Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
560
Baskı Tarihi
Mart 2010
ISBN
978-975-6004-88-3
Baskı Sayısı
0. Baskı
Yayın Evi
Fecr Yayınevi
Mütercimi
Okan Sevinç
Orijinal Adı
Gofteguhayı Tenhayi
Benim hamurumu felsefe, hikmet ve irfanla yoğurmuşlar. Hikmet, bende sonradan kazanılmış veya hafızada biriktirilmiş bir ilim değildir. Bilâkis o benim özüme aittir, benim sıfatımdır. Ağırlık, içgüdü ve vücut ısısı gibi sıfat ve durumlara sahip bir varlık olduğum gibi, hikmet ve felsefeye de sahip olan bir varlığım ben. Harcımda, ruhumun özünde, hatta dostlarımdan birinin şakayla dediği gibi, görünüşümde, bedenimde, davranışımda, sözümde ve sessizliğimde hep felsefe vardır.

Mihrap

Mihrap harb kökünün mekân ismidir ve savaş sahnesi anlamına gelir. Ne kadar ilginç! Neden ibadet yerini savaş yeri diye adlandırmışlar? Mabed, mihrab ve ibadeti iyi tanıyanlar, burayı savaş yeri, savaş sahnesi olarak adlandırdılar, ama hangi savaştan bahsedilmektedir?

Türü
Hatırat
Sayfa Sayısı
384
Baskı Tarihi
2005
Yazılış Tarihi
1982
ISBN
975-00125-1-8
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Doğu Kütüphânesi
Editörü
Halil Açıkgöz
Bu kitabın yazarı aslında Halil Açıkgöz ancak altını çizdiğimiz tüm satırlar Cemil Meriç'e ait olduğundan yazarı Cemil Meriç olarak girdik.

Yabancı Dil

Yetişmeden yabancı dil öğrenmeye taraftar değilim. Ama yetiştikten sonra şart. Senin için bir tehlike yok artık. İdeolojik hiçbir tehlike yok senin için.