Türü
Şiir
Sayfa Sayısı
528
Baskı Tarihi
şubat 2008
ISBN
978-975-01295-2-0
Baskı Sayısı
0. Baskı
Basım Yeri
Ankara
Yayın Evi
Yarımelma

İsdibdâd

O birkaç hayme halkından cihangîrâne bir devlet Çıkarmış, bir zaman dünyâyı lerzân eylemiş millet; Zaman gelsin de görsün böyle dünyâlar kadar zillet, Otuz üç yıl devâm etsin, başından gitmesin nekbet... Bu bir ibrettir ammâ olmıyaydık böyle biz ibret! Semâ peymâ iken râyâtımız tuttun zelîl ettin; Mefâhir bekleyen âbâdan evlâdı hacîl ettin; Ne âlî kavm idik; hayfâ ki sen geldin sefil ettin; Bütün ümmîd-i istikbâli artık müstahîl ettin; Rezîl olduk... Sen ey kâbûs-i hûnî, sen rezîl ettin! Hamiyyet gamz eden bir pâk alın her kimde gördünse, "Bu bir cânî!" dedin sürdün, ya mahkûm eyledin hapse. Müvekkel eyleyip câsûsu her vicdâna, her hisse. Düşürdün milletin en kahraman evlâdını ye´se... Ne mel´unsun ki rahmetler okuttun rûh-i İblîs´e!

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
402
Baskı Tarihi
Haziran 2010
ISBN
978-605-384-211-8
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Yakamoz
Editörü
Ender Haluk Derince
Mütercimi
Selim Yeniçeri
Bu cesur ve tamamen resmî olmayan portre, Steve Jobs’in isletme tarihindeki en büyük ikinci oyunu nasil sahneledigini anlatiyor. Kitap, bizi, 1970’lerdeki Silikon Vadisi’nin bas döndürücü günlerine geri götürüp Jobs’in olagan disi hayatina sokuyor: • Lisede toplum disina itilmis bir ögrencilik hayati • Ilk kurdugu sirketin iflasi • Gözden düsüsü • Apple’in ve bilgisayarin gelisim serüvenin arkasindaki itici güç hâline gelerek ilk büyük basariya ulasmasi • Müthis dönüsü üzerinde çalisarak Pixar’la birlikte eglence sanayinde devrim yapisi • Apple’daki tahtini geri isteyisi • Ve iPod’un sira disi basarisiyla, dijital çagin muhtemelen en büyük yenilikçisi olarak sayginligini geri kazanisi Kitap bittiginde, Disney Pixar’i henüz satin almis ve Jobs’u Disney’in en büyük hissedari yapmisti. Artik üçüncü oyun için de zemini hazirdi!

Vizyonerin tanımı

Birgün personel şefi Alcorn'un yanına gelerek şöyle dedi: "Şurada çok tuhaf biri var. Biz onu işe alana kadar buradan gitmeyeceğini söylüyor. Ya polisi çağıracağız ya da onu işe alacağız." Alcorn onu getirmelerini söyledi. Jobs getirildi. "Üstü başı hırpaniydi; tam bir hippiydi. On sekiz yaşında Reed Koleji'nden ayrılmış bir genç! Onu neden işe aldığımı bilmiyorum ama işi almaya kesinlikle kararlıydı Ve onda gerçekten bir pırıltı, içsel bir enerji, işi bitirmeye kararlı bir tutum görmüştüm. Bir vizyonu da vardı. Bilirsiniz, bir vizyonerin tanımı, 'harici gerçeklerle desteklenmeyen içsel bir vizyona sahip kişi' olarak yapılır. Kendisini destekleyecek çok fazla şeyi olmamasına rağmen, çok büyük fikirleri vardı. Ama kendisi onlara inanıyordu.

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
227
Baskı Tarihi
Mayıs 2010
Baskı Sayısı
7. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İletişim
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş döneminin ilk safhasını noktalayan Serbest Fırka denemesi... 1929 büyük ekonomik buhranı ve buna eşlik eden ağır kuraklık tehlikesi. Şeyh Sait ve ilk Dersim isyanları bastırılmış, Takrir-i Sükûn yasaları ile her tür muhalefet ezilmiş, dağıtılmış, “Atatürk devrimleri” yürürlüğe girmiştir. Yağmur Beklerken’de Tarık Buğra Serbest Fırka denemesi/girişimi ekseninde bütün bu gelişmelerin Anadolu taşrasındaki sonuç ve yansımalarını konu edinirken aslında on yıllık Cumhuriyet’in bir bilançosunu da yapmaktadır. 1946-50’de DP’yi zafere taşıyacak hareketin ipuçları, bu hareketin odağında yer alan sağ/muhafazakâr zihniyetin devlet, demokrasi, parti... kavramlarının sosyo-politiği, psikolojisi, Yağmur Beklerken’in o alabildiğine gerçekçi, canlı taşra tipleri ve diyalogları içerisine gayet ustaca serpiştirilmiştir. Bu haliyle bu kitap, sadece Serbest Fırka’nın kapatılması öncesi Türkiye taşrasının değil, darbeler öncesi Türkiye’nin sağ/muhafazakâr gözden görünümü olarak da okunabilir.
Neden Altını Çizdim?
Cumhuriyetin ilk demokrasi denemesinde kullanılan argümanlar çok şaşırtıcı...

Serbest Fırka propagandası

Serbest Cumhuriyet Fırkası adına -fisebillullah- çalışanlar, karılarını, kızlarını da seferber etmiş, ev ev, çarşı, pazar; "Serbest Fırka'yı, memleket ve millet kurtulsun diye, Gazi hazretleri kurdurttu. Ismet'ten ve Ismet'in mutemetlerinden kurtulmak için başka yol bulamadı. Gazi paşaya karşı gelmek olur mu?" diye yayıyor, hattâ oy kullanmayan kadınların hapse atılacağını söylüyorlardı. Buna karşılık Halkçılar da Serbest Fırka'yı bir komünistlik ve Dersim'in öcünü almak için kullanılan bir bölücülük hareketi gibi tanıtmaya çalışıyorlardı: Dört yıl kadar önce kasabaya yerleştirilen ve sarraflık yapan Bitlisli iki kardeş ile, gene Bitlisli bir koyun tüccarını örnek gösteriyor; "Gazeteler bile yazdı; Lider dedikleri herif Moskof'tan para almış," diyorlardı. Ve ekliyorlardı da, Rahmi ile arkadaşlarına kastederek: "Gerisini var sen hesap et gayri."

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
701
Baskı Tarihi
2009
Yazılış Tarihi
1941
ISBN
978-975-10-3025-2
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İnkılâp
1888 yılında Beylerbeyi’nde doğan Refik Halid, 18.yüzyıl sonlarında bir kolu Mudurnu’dan İstanbul’a göçen Karakayış ailesindendir. Galatasaray Sultanisi ve Mekteb-i hukuk da okuyan yazar, Meşrutiyet sıralarında gazeteciliğe başlamıştır.Kısa sürede üne kavuşmuş Fecri Ati edebiyat topluluğunun kurucularından olmuştur. Kirpi adıyla taşlamaları ve siyasal yazıları sonucu İttihat Terakki hükümetince Anadolu ‘nun çeşitli illerinde 5 yıl sürgüne gönderilmiş, ancak 1.Dünya Savaşı’nın son yılı İstanbul’a dönebilmiştir.Dönüşünde Robert Kolej’de Öğretmenlik, Sabah Gazetesi başyazarlığı, ilk kez Posta-Telgraf Genel Müdürlüğü yapan Refik Halid, bu ara tanınmış Aydede mizah dergisini de çıkarmıştır. Bazı siyasal davranışları yüzünden memleketten ayrılmak zorunda kalan yazar, Haleb’e yerleşerek Vahdet Gazetesini çıkarmış, Hatay’ın Türkiye’ye bağlanmasında yazıları ve çalışmaları ile katkıları olmuştur. 1938’de yurda dönen Refik Halid, çeşitli dergi ve gazetedeki günlük yazıları ve 20 kadar romanı ile yaşamını sürdürmüştür. 18.7.1965 tarihinde İstanbul’da ölen yazar; tekniği, dilinin güzelliği, taşlamalarının inceliği ve tasvirlerinin kuvveti ile ün yapmış, Modern Türk Edebiyatı’nın temel taşlarından biri olmuştur. (Arka Kapak)
Neden Altını Çizdim?
Bırakalım mı?

Bırakalım, 'meclis-i işret'ten kâm alsın! 'ayş-ü tarab' ile sait olsun!

"Âşık şu dakikada asıl istediği mehtaba, cemal ve muhabbete kavuşmuş olmalıdır." Melal ciddiyetini bozmadı; tasavvuf tabirleriyle cevap verdi: "Kadeh şarap ile dolmuştu; bırakalım, 'meclis-i işret'ten kâm alsın! 'ayş-ü tarab' ile sait olsun!" "Kadeh" âşığın kalbi manasına gelirdi; "şarap"tan maksat ilahi aşktı; "meclis-i işret" ise Tanrı ile ünsiyetteki lezzeti ve "ayş-ü tarab" da lezzetin devamını anlatmak için kullanılan sözlerdendi. Bu anda yalıda ne olup bittiği malum değildi! Onları -iyi veya fena, maddi veya manevi, nasıl bir şekil arz etseler- o hoş tabirler süslü bir tül ile perdelemeye, ayrıca esrarlı bir hale sokup kıymetlendirmeye yarıyordu.

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
312
Baskı Tarihi
Ekim 2010
Yazılış Tarihi
1969
ISBN
978-975-273-154-7
Baskı Sayısı
3. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İthaki
Editörü
Sevengül Sönmez
"Kurtlukta düşeni yemek kanundur" korkusunu her an enselerinde hissederek yaşayan köşeye kıstırılmış, kendileriyle ve geçmişleriyle, içinde bulundukları zamanla hesaplaşan insanları anlatıyor Kemal Tahir, Kurt Kanunu'nda. Cumhuriyetin en bunalımlı dönemlerinden biri olarak değerlendirilen "İzmir Suikasti" olayına karışan ve karıştırılanların dramı olarak da okunabilecek roman, İttihatçılar arasındaki iktidar kavgasını ve tasfiye sürecini de acımasız bir yalınlıkla ve özeleştiriyle ortaya koyuyor. Esir Şehir Üçlemesi'nde taşıdığı umudu Yol Ayrımı'nda yitirmeye başlayan Kemal Tahir, Kurt Kanunu'nda mücadelenin kime ve neye karşı yapıldığının pek de öneminin kalmadığı günleri "hayal kırıklığını satır aralarına gizleyerek" ustalıkla betimliyor.
Neden Altını Çizdim?
Almanları çıkarı Amerikalıları koy, bizde son dönem komitacılarının başlarına geleni izah etmiş olursun.

Babam da yiğittir arkasını iktidara verdi mi!

— Dediğin kadar kötü değildir bizim Ziya Hurşit... Bakma kumarcılığına... Bunları kendisi değil, sanki, omuzbaşından fısıl fısıl başkası söylüyordu. Yüreklidir. Kaç kez denedim. En çetin yerde sınadım. — Nerden çıkardın şimdi bunu?.. Bana mı öğreteceksin palavracıyı... Hiç o kadar geveze suikastçı görülmüş mü? Yazık size... Bunca tehlikeli silah oyunlarına girip çıktınız. Nerde denedin sen bu rezili? İktidara çalışırken denedin. Babam da yiğittir arkasını iktidara verdi mi! Aslına bakarsan, biz önce kendimizi, sonra birbirimizi aldattık, komitacılıkta... Aldanmanın, aldatmanın en korkuncu, başarılarımızı kendi gücümüzün sonucu saymamızdır. — Ya? — Bana öyle geliyor ki, Abdülkerim oğlum, ne yaptıksa, iyi kötü, hep Almanların isteğiyle, onların desteği sayesinde, onların çıkarma yaptık. Bugün başımıza bir felaket gelirse, artık bu desteğin, memlekette işlemez olmasından gelecektir.

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
701
Baskı Tarihi
2009
Yazılış Tarihi
1941
ISBN
978-975-10-3025-2
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İnkılâp
1888 yılında Beylerbeyi’nde doğan Refik Halid, 18.yüzyıl sonlarında bir kolu Mudurnu’dan İstanbul’a göçen Karakayış ailesindendir. Galatasaray Sultanisi ve Mekteb-i hukuk da okuyan yazar, Meşrutiyet sıralarında gazeteciliğe başlamıştır.Kısa sürede üne kavuşmuş Fecri Ati edebiyat topluluğunun kurucularından olmuştur. Kirpi adıyla taşlamaları ve siyasal yazıları sonucu İttihat Terakki hükümetince Anadolu ‘nun çeşitli illerinde 5 yıl sürgüne gönderilmiş, ancak 1.Dünya Savaşı’nın son yılı İstanbul’a dönebilmiştir.Dönüşünde Robert Kolej’de Öğretmenlik, Sabah Gazetesi başyazarlığı, ilk kez Posta-Telgraf Genel Müdürlüğü yapan Refik Halid, bu ara tanınmış Aydede mizah dergisini de çıkarmıştır. Bazı siyasal davranışları yüzünden memleketten ayrılmak zorunda kalan yazar, Haleb’e yerleşerek Vahdet Gazetesini çıkarmış, Hatay’ın Türkiye’ye bağlanmasında yazıları ve çalışmaları ile katkıları olmuştur. 1938’de yurda dönen Refik Halid, çeşitli dergi ve gazetedeki günlük yazıları ve 20 kadar romanı ile yaşamını sürdürmüştür. 18.7.1965 tarihinde İstanbul’da ölen yazar; tekniği, dilinin güzelliği, taşlamalarının inceliği ve tasvirlerinin kuvveti ile ün yapmış, Modern Türk Edebiyatı’nın temel taşlarından biri olmuştur. (Arka Kapak)

Mesutsunuz ki ruhunuzu tasfiye edecek mürşidi zamanında buldunuz.

"Önce," dedi, "mehtabın aydınlattığı nurlu bir dış âlemde bulunuyorduk; musiki bizi daha ışıklı bir iç âleme götürdü, maneviyatımız nur içinde kaldı. Kendimi çoktandır bu derece aydınlık hissetmemiştim." Memhure de üniversiteliye kültürlü ve marifetli görünmek ihtiyacıyla söze karıştı: "Biz onu tanımadan evvel birer taş parçasıydık, yahut bir çamur yığını... beyefendi heykeltıraşımız oldu, kıymetsizi kıymetli yaptı. Hem de bildiğimiz heykeltıraşlara benzemez; o ruhları yontar... ruhlarımızı şekle soktu. Güzel, değerli hale gelen cisimlerimiz değildir, manevi varlığımızdır. Hazreti tanımadan evvel heba olan yıllarıma acıyorum." Lebriz'e döndü, gıpta edercesine süzdükten sonra şöyle dedi: "Siz ne mesutsunuz ki ruhunuzu tasfiye edecek mürşidi zamanında buldunuz." Zaten bu hanımlar kendi kendilerine telkin yapa yapa epeyce zoraki bir gayretle gözleri önünde olup biten mü¬nasebetsizliklere rağmen, Baki'yi izzetinefis meselesi olarak yükseltmek yolunu tutmuşlardı. En ufak bir vesile çıktı mı -deminki nefesi okuması kabilinden- hemen övmek ve birbirlerini tesir altında bırakmak, Lebriz ve Neşide gibi yenilere, idrislere propaganda yapmak fırsatını kaçırmıyorlardı. Bir şairi, bir aktör veya sinema yıldızını yahut da bir politikacıyı tutanlar nasıl, etrafındakilerin de onu beğenmesini isterlerse bunlar da Baki'nin daha fazla insan tarafından takdir görmesinden memnun oluyorlardı.

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
724
Baskı Tarihi
2004
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İletişim
Türk edebiyatının en önemli eserlerinden biri olan Tutunamayanlar, eleştirmen Berna Moran tarafından, "hem söyledikleri hem de söyleyiş biçimiyle bir başkaldırı" olarak nitelendirilmiştir. Moran'a göre Tutunamayanlar'daki edebi yetkinlik, Türk romanını çağdaş roman anlayışıyla aynı hizaya getirmiş ve ona çok şey kazandırmıştır. Oğuz Atay, özellikle Tutunamayanlar romanında, modern şehir yaşamı içinde bireyin yaşadığı yalnızlığı, toplumdan kopuşları ve toplumsal ahlaka,kalıplaşmış düşüncelere yabancılaşan, tutunamayan bireylerin iç dünyasını anlatır. Yapıtları eleştiri, mizah ve ironi barındırır.

Öğrenmiştim en çok bağıranın en iyi şiir okumuş sayıldığını

"Kötülükten ancak kötülük çıkar. Bayağılık insan ruhunu öldürür. Elbette, çok gelişmiş milletler, kötülükten de birşeyler çıkarıp, onu az gelişmiş milletlere ihraç etmek yolunu bilmektedirler. Kötülüğü rasyonalize edip, ya da sanat eserlerinde dondurup, hayata ait bir canlılık bulmaktadırlar kötülükte. Burada, tek korunma yolu, kötülüğün üstünden akıp gitmesini sağlamaktır. Benim gibi, az gelişmiş bir ilkokul öğrencisinin de başarabileceği tek şey buydu. Kötülüğe kayıtsız kaldım; ona içimde yer vermedim. Kara ekmeği yemek zorundaydım; ama kötü şiiri okumadan da yaşayabilirdim. Sınıfta tahtaya kalktığım zaman, gene, şiirleri en iyi ben okuyordum; çünkü öğrenmiştim en çok bağıranın en iyi şiir okumuş sayıldığını. Ve, öğretmenin bu zayıf tarafını keşfeden tek akıllı öğrenciydim.

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
724
Baskı Tarihi
2004
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İletişim
Türk edebiyatının en önemli eserlerinden biri olan Tutunamayanlar, eleştirmen Berna Moran tarafından, "hem söyledikleri hem de söyleyiş biçimiyle bir başkaldırı" olarak nitelendirilmiştir. Moran'a göre Tutunamayanlar'daki edebi yetkinlik, Türk romanını çağdaş roman anlayışıyla aynı hizaya getirmiş ve ona çok şey kazandırmıştır. Oğuz Atay, özellikle Tutunamayanlar romanında, modern şehir yaşamı içinde bireyin yaşadığı yalnızlığı, toplumdan kopuşları ve toplumsal ahlaka,kalıplaşmış düşüncelere yabancılaşan, tutunamayan bireylerin iç dünyasını anlatır. Yapıtları eleştiri, mizah ve ironi barındırır.

Baba, öğretmenim dedi ki...

"'Nasıl olur baba?' dedim. 'Sen beni öğretmene gönderirken, onu çok iyi dinle demedin mi?' dedim. Sözlerimi duymamış gibi; 'Okul demek ekol demektir,' dedi. 'Fransızcadan bozmadır. Sen anlamazsın.' dedi. Bak bu noktada anlaşıyorlardı: 'Sen anlamazsın.' Bu söz, okulda ve evde hep kulağımda çınlıyordu: 'Sen anlamazsın.' "Öğretmenim! Babam dedi ki, ekoldür dedi öğretmenim!' 'Baba, öğretmenim dedi ki, yeni yetişenler dedi, herkesin anlayacağı' dedi. 'Öğretmenim! Babam dedi ki milli mücadeleyi yapanlar dedi, ona milli mücadele demişler dedi; kurtuluş savaşı sözü sonradan bulunmuş.' 'Öğretmenim! Gazetede okudum -babam tembih etmişti ikide birde babam dedi ki babam dedi ki deme diye- sizin kahraman dediğiniz...' 'Baba! Sen, artık çekilsin diyorsun ama, öğretmenim bu gün bir şiir okuttu: Atatürk ulu önder, onun izinden gider diyor. Yaa...'

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
248
Baskı Tarihi
Temmuz 2009
Yazılış Tarihi
1990
ISBN
978-975-550-004-9
Baskı Sayısı
17. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Düşün Yayıncılık
İnsanlar "kuru et yiyen bir kadının oğlu" olan bir Peygamber yerine, elmas taçlı, sırma kaftanlı bir "Peygamber" tasavvur ediyorlardı. Yalnız tasavvur etmekle kalmıyorlar, ömrü boyunca bunlardan nefret eden ve uzak duran Nebi´den geriye kalan hatırayı bu tasavvura uygun aksesuarlarla süslüyorlardı. Yani insanlar "bir kul gibi yeyip bir kul gibi yaşayan" bir peygambere inanmak yerine, tasavvurlarında kayser ve kisra´ya benzettikleri bir peygambere inanmayı yeğliyorlardı. Özetle insanlar "bir kul gibi yaşamak"tan daha çok "kayser ve kisra gibi yaşamaya" taliptiler.

Dinin devleti, Devletin dini

İslâm saltanatın her türünü reddetmişti. Rasulullah da diğer tüm nebiler gibi saltanatın tüm çeşitlerini reddetmiş, dünyevî önderliği sefahat ve sömürüye dayanan saltanat üzerine değil, hukukun üstünlüğüne dayanan nübüvvet üzerine bina etmişti. Saltanat zulme dosttu, İslâm düşmandı. Saltanat despotluğa, İslâm şûraya dayanıyordu. Nebevi yönetim şehadete, saltanat ise sefahate dayanırdı. Nebevi yönetimde hukuk yöneticiden, saltanatta ise yönetici hukuktan üstündü. Biri hukuk devleti, diğeri imtiyaz devletiydi. Bütün bunlardan ayrı olarak, nebevi yönetimde devlet dinin ve ebedî kurtuluşun bineği, saltanatta ise din devletin bineğiydi. Sultanlar onu saltanatlarına âlet olarak kullanıyorlardı. Daha öz bir ifadeyle bu iki yönetimde 'din'in işlevi farklılaşıyor, tamlayan ve tamlanan değişiyordu. İslâm'ın yeri nebevî hilâfette dinin devletiyken saltanatta devletin dini konumuna geçiyordu.

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
227
Baskı Tarihi
Mayıs 2010
Baskı Sayısı
7. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İletişim
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş döneminin ilk safhasını noktalayan Serbest Fırka denemesi... 1929 büyük ekonomik buhranı ve buna eşlik eden ağır kuraklık tehlikesi. Şeyh Sait ve ilk Dersim isyanları bastırılmış, Takrir-i Sükûn yasaları ile her tür muhalefet ezilmiş, dağıtılmış, “Atatürk devrimleri” yürürlüğe girmiştir. Yağmur Beklerken’de Tarık Buğra Serbest Fırka denemesi/girişimi ekseninde bütün bu gelişmelerin Anadolu taşrasındaki sonuç ve yansımalarını konu edinirken aslında on yıllık Cumhuriyet’in bir bilançosunu da yapmaktadır. 1946-50’de DP’yi zafere taşıyacak hareketin ipuçları, bu hareketin odağında yer alan sağ/muhafazakâr zihniyetin devlet, demokrasi, parti... kavramlarının sosyo-politiği, psikolojisi, Yağmur Beklerken’in o alabildiğine gerçekçi, canlı taşra tipleri ve diyalogları içerisine gayet ustaca serpiştirilmiştir. Bu haliyle bu kitap, sadece Serbest Fırka’nın kapatılması öncesi Türkiye taşrasının değil, darbeler öncesi Türkiye’nin sağ/muhafazakâr gözden görünümü olarak da okunabilir.

Sahnedekiler

Bilet alıp içeri girenler; sahnede birbirlerine hakaretler savuran, türlü düzenbazlıklar, kalleşlikler yapan, saldıran, kıyan, nefret, kin veya sevgi besleyen oyuncular görürdü; perde kapandıktan, oyun bittikten sonra, aynı oyuncuların kuliste birbirleri için ve birbirlerine karşı ne olduklarını, nasıl davrandıklarını bilemezlerdi., düşünmezlerdi bile. Sokağa çıkınca veya evlerinde, kahvelerde hep oyundan, oyuncuların rollerinden söz eder, onları buna göre değerlendirirlerdi. Oysa sahnedekiler, son perde de kapandıktan sonra, gişede toplanan paraları paylaşacaklar, kaderlerinin o gelire bağlı olduğunu hiçbir zaman unutmayacaklardı. Bunun için de, her şeyden önce ve her şeye rağmen yöneticilerine uyacaklardı.