Türü
Roman
Sayfa Sayısı
312
Baskı Tarihi
Ekim 2010
Yazılış Tarihi
1969
ISBN
978-975-273-154-7
Baskı Sayısı
3. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İthaki
Editörü
Sevengül Sönmez
"Kurtlukta düşeni yemek kanundur" korkusunu her an enselerinde hissederek yaşayan köşeye kıstırılmış, kendileriyle ve geçmişleriyle, içinde bulundukları zamanla hesaplaşan insanları anlatıyor Kemal Tahir, Kurt Kanunu'nda. Cumhuriyetin en bunalımlı dönemlerinden biri olarak değerlendirilen "İzmir Suikasti" olayına karışan ve karıştırılanların dramı olarak da okunabilecek roman, İttihatçılar arasındaki iktidar kavgasını ve tasfiye sürecini de acımasız bir yalınlıkla ve özeleştiriyle ortaya koyuyor. Esir Şehir Üçlemesi'nde taşıdığı umudu Yol Ayrımı'nda yitirmeye başlayan Kemal Tahir, Kurt Kanunu'nda mücadelenin kime ve neye karşı yapıldığının pek de öneminin kalmadığı günleri "hayal kırıklığını satır aralarına gizleyerek" ustalıkla betimliyor.

Aldanmak istersen...

Yakından bilmeyince aldanırsın... Aldanmak istersen, bildiğini bilmezden gelirsin!

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
701
Baskı Tarihi
2009
Yazılış Tarihi
1941
ISBN
978-975-10-3025-2
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İnkılâp
1888 yılında Beylerbeyi’nde doğan Refik Halid, 18.yüzyıl sonlarında bir kolu Mudurnu’dan İstanbul’a göçen Karakayış ailesindendir. Galatasaray Sultanisi ve Mekteb-i hukuk da okuyan yazar, Meşrutiyet sıralarında gazeteciliğe başlamıştır.Kısa sürede üne kavuşmuş Fecri Ati edebiyat topluluğunun kurucularından olmuştur. Kirpi adıyla taşlamaları ve siyasal yazıları sonucu İttihat Terakki hükümetince Anadolu ‘nun çeşitli illerinde 5 yıl sürgüne gönderilmiş, ancak 1.Dünya Savaşı’nın son yılı İstanbul’a dönebilmiştir.Dönüşünde Robert Kolej’de Öğretmenlik, Sabah Gazetesi başyazarlığı, ilk kez Posta-Telgraf Genel Müdürlüğü yapan Refik Halid, bu ara tanınmış Aydede mizah dergisini de çıkarmıştır. Bazı siyasal davranışları yüzünden memleketten ayrılmak zorunda kalan yazar, Haleb’e yerleşerek Vahdet Gazetesini çıkarmış, Hatay’ın Türkiye’ye bağlanmasında yazıları ve çalışmaları ile katkıları olmuştur. 1938’de yurda dönen Refik Halid, çeşitli dergi ve gazetedeki günlük yazıları ve 20 kadar romanı ile yaşamını sürdürmüştür. 18.7.1965 tarihinde İstanbul’da ölen yazar; tekniği, dilinin güzelliği, taşlamalarının inceliği ve tasvirlerinin kuvveti ile ün yapmış, Modern Türk Edebiyatı’nın temel taşlarından biri olmuştur. (Arka Kapak)
Neden Altını Çizdim?
Sanki beni tarif etmiş!...

Narkoza karşı koyan bünyeler gibi...

"Tam bir cezbe ile mutlak vecde gelemiyorum; narkoza karşı koyan bünyeler gibiyim asiyim," diye çok defa hayıflanıyor ve Nakşî'nin şu mısralarını nedamet ve yeis içinde tekrarlıyordu: Aşka ciğerin yakmayan, Mürşide doğru bakmayan, Bahr-i muhite akmayan, Göl iken umman olur mu? Olamıyordu işte! Sünni baba ve ananın, sonra da materyalist mektep terbiyesinin taze iliklerine işlemiş katı tesirinden kurtulamıyordu.

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
724
Baskı Tarihi
2004
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İletişim
Türk edebiyatının en önemli eserlerinden biri olan Tutunamayanlar, eleştirmen Berna Moran tarafından, "hem söyledikleri hem de söyleyiş biçimiyle bir başkaldırı" olarak nitelendirilmiştir. Moran'a göre Tutunamayanlar'daki edebi yetkinlik, Türk romanını çağdaş roman anlayışıyla aynı hizaya getirmiş ve ona çok şey kazandırmıştır. Oğuz Atay, özellikle Tutunamayanlar romanında, modern şehir yaşamı içinde bireyin yaşadığı yalnızlığı, toplumdan kopuşları ve toplumsal ahlaka,kalıplaşmış düşüncelere yabancılaşan, tutunamayan bireylerin iç dünyasını anlatır. Yapıtları eleştiri, mizah ve ironi barındırır.

Yanlışlıkla Mektep Yerine Okula Gitmek

“Okulda ilk öğrendiğim gerçeklerden biri de babamın -sonra peder oldu- beni yanlışlıkla mektep yerine okula gönderdiği oldu. Önümüze alfabe adında anlaşılmaz bir kitap koydular. Babam, ona da elifba dedi. Okulla babamı uzlaştırmaya imkân yoktu. “Bu garip kitapta, bizim kılığımıza pek benzemeyen bir biçimde giydirilmiş çocuklar, boyuna birbirlerine top atıyorlardı. Hangi mahallede oturduklarını bilemediğim bu çocuklar, kumbaralarında -bizim evde böyle bir kutu yoktu- para biriktiriyorlar; babaları da -Ahmet Ağabey kadar genç ve bıyıksız adamlardı bunlar- onlara, çatana denen kayıklar alıyordu. Bir de vatan denen bir şey vardı ki, çok iyi korunması gerekiyordu. Bizler, her sabah hep bir ağızdan onu özümüzden çok sevdiğimizi, ant denilen bir şey içerek haykırıyorduk. Bir de bazı çatık kaşlı adam resimleri vardı ki, babam onlara, gazetedeki amcalara yaptığım gibi, sakal bıyık takmamı şiddetle yasak etmişti.

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
248
Baskı Tarihi
Temmuz 2009
Yazılış Tarihi
1990
ISBN
978-975-550-004-9
Baskı Sayısı
17. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Düşün Yayıncılık
İnsanlar "kuru et yiyen bir kadının oğlu" olan bir Peygamber yerine, elmas taçlı, sırma kaftanlı bir "Peygamber" tasavvur ediyorlardı. Yalnız tasavvur etmekle kalmıyorlar, ömrü boyunca bunlardan nefret eden ve uzak duran Nebi´den geriye kalan hatırayı bu tasavvura uygun aksesuarlarla süslüyorlardı. Yani insanlar "bir kul gibi yeyip bir kul gibi yaşayan" bir peygambere inanmak yerine, tasavvurlarında kayser ve kisra´ya benzettikleri bir peygambere inanmayı yeğliyorlardı. Özetle insanlar "bir kul gibi yaşamak"tan daha çok "kayser ve kisra gibi yaşamaya" taliptiler.

Saff ve Padişah

Geometrinin diliyle konuşursak, islâm'ın vaz' ettiği "adalet öğretisi"ne göre, Yaradan karşısında insan toplulukları "fıtrat" açısından düz bir çizgi üzerindedirler. Kur'an'da insan ve melek toplulukları için hep müsbet manada kullanılan "saff" nitelemesi "düz çizgi"den neyi kasdettiğimizi açıklayabilir. Adalet öğretisinin hâkim olduğu bir toplumun fertleri "zulüm düzenleri"nde olduğu gibi birbirlerinin omuzuna ya da kafasına basarak yükselme yerine, kendi ayakları üzerinde durarak hayırda öne geçme mücadelesi verirler. Bir toplumda, adalet nizamı yerini zulüm düzenine bırakmışsa bu "düz çizgi" kamburlaşmaya başlamış demektir. Saff halindeki toplum kendisine tahakküm edilen bir yerinden kırılıvererek piramitleşmeye başlar. Bu durumda toplumdaki hayırda öne geçme yarışı, yerini, başlara basarak piramidin tepesine ulaşma yarışına bırakmıştır: Artık her başın üzerinde bir ayak vardır. Adalet toplumunda tüm başlar Allah'a bağlı iken, saltanat toplumunda "baş başa, baş da padişaha bağlı" hâle gelmiştir. Padişah olmak ise, ayakları tüm başların üzerinde olmak anlamını taşıyacaktır.

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
227
Baskı Tarihi
Mayıs 2010
Baskı Sayısı
7. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İletişim
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş döneminin ilk safhasını noktalayan Serbest Fırka denemesi... 1929 büyük ekonomik buhranı ve buna eşlik eden ağır kuraklık tehlikesi. Şeyh Sait ve ilk Dersim isyanları bastırılmış, Takrir-i Sükûn yasaları ile her tür muhalefet ezilmiş, dağıtılmış, “Atatürk devrimleri” yürürlüğe girmiştir. Yağmur Beklerken’de Tarık Buğra Serbest Fırka denemesi/girişimi ekseninde bütün bu gelişmelerin Anadolu taşrasındaki sonuç ve yansımalarını konu edinirken aslında on yıllık Cumhuriyet’in bir bilançosunu da yapmaktadır. 1946-50’de DP’yi zafere taşıyacak hareketin ipuçları, bu hareketin odağında yer alan sağ/muhafazakâr zihniyetin devlet, demokrasi, parti... kavramlarının sosyo-politiği, psikolojisi, Yağmur Beklerken’in o alabildiğine gerçekçi, canlı taşra tipleri ve diyalogları içerisine gayet ustaca serpiştirilmiştir. Bu haliyle bu kitap, sadece Serbest Fırka’nın kapatılması öncesi Türkiye taşrasının değil, darbeler öncesi Türkiye’nin sağ/muhafazakâr gözden görünümü olarak da okunabilir.

Baba Susuzluğu

Rahmi düğümü çözmeye çabalarken, birden bire., babasını., daha doğrusu, baba susuzluğunu hatırlayıverdi: Rıza Efendi, yalnız elden tutması ile değil, sevgisi ile de -bir ikinci ne kadar giderebilirse- gidermişti o susuzluğu. Rahmi bunu, ömrü oldukça minnetle, şükranla, gönül bağlılığı ile hatırlayacaktı. Kesindi bu. Ama baba'da sevgiden, yardımcı olmadan, desteklemeden başka bir şeyler de olmalıydı., vardı. Ve, Rahmi, bunu ilk defa sezinliyordu. Ne idi o başka şeyler? Veya şey? Kenan Bey'in ağır basmasını sağlayan şey? Zorluyordu kafasını. Kenan Bey'i çeşitli durumlarda, çeşitli ilişkilerde; duruşmalarda, sokakta, parkta, esnafla, Kaymakam Bey'le, belediye başkanıyla, esnafla, enişte ile., kendisi ile konuşur, sohbet eder, tartışırken canlandırdı: Hafızayı., her şeyden önce, o dev yapı kaplıyordu., kuvvet! Ama hepsi o kadar değildi; dürüstlük., iyilik., bilgi, akıl ve mantık üstünlüğü., bir kelime ile büyüklük! Kuvvet ve büyüklük! Ve bunların uyandırdığı, çekingenlik ile korku ve beğenme ile hayranlık arasında sallanan duygular! Bulmuştu Rahmi: Baha'nın, bir ikinci tarafından dolduru-lamayacak boşluğu bu idi. Ve, bu dedirtivermişti Rahmi'ye; "Babam gibi severdim," sözünü.

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
312
Baskı Tarihi
Ekim 2010
Yazılış Tarihi
1969
ISBN
978-975-273-154-7
Baskı Sayısı
3. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İthaki
Editörü
Sevengül Sönmez
"Kurtlukta düşeni yemek kanundur" korkusunu her an enselerinde hissederek yaşayan köşeye kıstırılmış, kendileriyle ve geçmişleriyle, içinde bulundukları zamanla hesaplaşan insanları anlatıyor Kemal Tahir, Kurt Kanunu'nda. Cumhuriyetin en bunalımlı dönemlerinden biri olarak değerlendirilen "İzmir Suikasti" olayına karışan ve karıştırılanların dramı olarak da okunabilecek roman, İttihatçılar arasındaki iktidar kavgasını ve tasfiye sürecini de acımasız bir yalınlıkla ve özeleştiriyle ortaya koyuyor. Esir Şehir Üçlemesi'nde taşıdığı umudu Yol Ayrımı'nda yitirmeye başlayan Kemal Tahir, Kurt Kanunu'nda mücadelenin kime ve neye karşı yapıldığının pek de öneminin kalmadığı günleri "hayal kırıklığını satır aralarına gizleyerek" ustalıkla betimliyor.
Neden Altını Çizdim?
"Ergenekon" tıpkı burada anlatılanlara benzer adamlarla yapılanmış sanki...

Suikastçılığa yatkın serserilerle iş yapmaya kalkmak kuduz kaplana binmektir.

Kaçakçılıkla geçinen, uzun zaman yakalanmayan herifin hafiye olduğunu bu memlekette, ancak bizim ünlü Maarif Nazırımız Şükrü bilmez! İçini çekti. Anlaşılıyor neden batırabildik koca imparatorluğu on yıla vardırmadan... Bu kafayla becerilirdi bu iş, Abdal Kerim oğlum... Becerdik. Yazık bunca emeklerime... Kaç kez söyledim. "Bizim memleketimizde, suikastçılığa yatkın serserilerle iş yapmaya kalkmak kuduz kaplana binmektir." Sürsen ipe götürür, ineyim desen paralar. Paralaması, şantaj... Haddini bilmez, kasıldıkça kasılır, seni korkaklıkla suçlar. Kötü karı gibi cilvelenip hiç yoktan dargınlıklar çıkanr. Yürüyen doğru işleri bozar aralıksız... Elinden hiçbir iş gelmez serserileri kışkırtır!..

Türü
Hatırat
Sayfa Sayısı
406
Baskı Tarihi
Haziran 2007
ISBN
9944-125-12-1
Baskı Sayısı
2. Baskı
Basım Yeri
Gaziemir / İzmir
Yayın Evi
Kaynak Yayınları
Editörü
Şeref Yılmaz
Yazan: AHMED ŞAHİN Yazı Kaynağı: Zaman Gazetesi, Ailem Eki, Sayı: 228 Çileli bir devrin hikayesini Ali Ulvi Kurucu merhumun hatıralarından okumak büyük bir şans. Hayatını tamamen ilme adamış yüksek bir kâmet olan merhum Kurucu, hatıralarıyla da irşad vazifesini yerine getiriyor.

Hasanül Benna'nın Göz Yaşları

Hasanül Benna şu sözleri de ekledi: "Şıh Süleyman Nedvî'den işitmiştim. Şöyle demişti: Biz Hindistan'da hilâfetin kaldırıldığı haberini aldığımız gün, her Müslüman ailede matem tutuldu. Hindistan Müslümanlarının hilafete bakışı, sevgisi ve verdiği önem bambaşkadır... "İslâm dünyası, bütün Müslümanlar, hilâfetin kaldırıldığı gün, küçük yaşında, babası ölmüş de yetim kalmış çocuklar gibi olduk..." Bunları söyleyen üstadın mendilini çıkarıp göz yaşlarını sil­diğini gördüm... Türkiye'deki Müslümanları, "Hilâfetin önemi yoktur, müslümanlara faydası olmaz, zaten öteki Müslümanlar Osmanlı halifesini dinlemiyorlardı." diyenler nerede; hiç görmediği İstan­bul'da yok edilen hilâfet makamı için Medine'de, Hindistan'da göz yaşı döken, hâlis Müslümanlar nerede!..

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
701
Baskı Tarihi
2009
Yazılış Tarihi
1941
ISBN
978-975-10-3025-2
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İnkılâp
1888 yılında Beylerbeyi’nde doğan Refik Halid, 18.yüzyıl sonlarında bir kolu Mudurnu’dan İstanbul’a göçen Karakayış ailesindendir. Galatasaray Sultanisi ve Mekteb-i hukuk da okuyan yazar, Meşrutiyet sıralarında gazeteciliğe başlamıştır.Kısa sürede üne kavuşmuş Fecri Ati edebiyat topluluğunun kurucularından olmuştur. Kirpi adıyla taşlamaları ve siyasal yazıları sonucu İttihat Terakki hükümetince Anadolu ‘nun çeşitli illerinde 5 yıl sürgüne gönderilmiş, ancak 1.Dünya Savaşı’nın son yılı İstanbul’a dönebilmiştir.Dönüşünde Robert Kolej’de Öğretmenlik, Sabah Gazetesi başyazarlığı, ilk kez Posta-Telgraf Genel Müdürlüğü yapan Refik Halid, bu ara tanınmış Aydede mizah dergisini de çıkarmıştır. Bazı siyasal davranışları yüzünden memleketten ayrılmak zorunda kalan yazar, Haleb’e yerleşerek Vahdet Gazetesini çıkarmış, Hatay’ın Türkiye’ye bağlanmasında yazıları ve çalışmaları ile katkıları olmuştur. 1938’de yurda dönen Refik Halid, çeşitli dergi ve gazetedeki günlük yazıları ve 20 kadar romanı ile yaşamını sürdürmüştür. 18.7.1965 tarihinde İstanbul’da ölen yazar; tekniği, dilinin güzelliği, taşlamalarının inceliği ve tasvirlerinin kuvveti ile ün yapmış, Modern Türk Edebiyatı’nın temel taşlarından biri olmuştur. (Arka Kapak)
Neden Altını Çizdim?
nazariye: teori, kuram
müellif: yazar
vücud-u mutlak: tanrı
izhar: gösterme
tekvin: yaratma

Sublimierung

"Aşık" demin birkaç kere inlemişti; muhakkak ki uykusunda yine Neşide ile meşguldü. Tezahürleri herhangi bir insanınkinden farklı olmayan tutkunluğunu anlatırken aşk ile şehvet arasındaki mesafenin sonsuzluğunu, hudutsuzluğunu ileri sürüyor ve bunu sadece tasavvuf lisanıyla izah etmiyor, asrın en yeni nazariyeleriyle ispata çalışıyordu. Bilhassa Freud'dan misaller getirmekte idi. Şehvetin dinî bir vecd haline geçip ulvî mahiyet alışını -buna Alman'lar "sublimierung" derlerdi- o müellif mükemmel surette anlatmış, başka âlimlere de kabul ettirmişti. Şu var ki Baki her hareketi, bilhassa şüphe uyandıranlarını mistik yoldan izahı tercih ederdi. Nitekim bu defa da öyle yapıyordu: "Evet," diyordu, "alelade faniler için bizim aşkımızın şehevî aşktan ayırt edilmesi güçtür; dar, basit, dipsiz ve ufuksuz havsalalara sığmayan bir sırdır bu! Filvaki ortada etten ve kandan ibaret cismanî bir sevgili görürsünüz. Fakat sevgimiz ona mıdır? İnsan ve bu arada tabiat, Allah'ın başka başka suretlerde tecellisinden ibaret olduğuna göre -zira Vücud-u Mutlak'ın şanı kendini izhardır ve tekvine sebep de budur- sevgilimizin güzelliğini seyrederken önünde diz çöküp cezbeye tutulmamız süfli bir ihtirastan değil, Cemal'in sevgilimiz suretinde zahir olmasındandır.

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
724
Baskı Tarihi
2004
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İletişim
Türk edebiyatının en önemli eserlerinden biri olan Tutunamayanlar, eleştirmen Berna Moran tarafından, "hem söyledikleri hem de söyleyiş biçimiyle bir başkaldırı" olarak nitelendirilmiştir. Moran'a göre Tutunamayanlar'daki edebi yetkinlik, Türk romanını çağdaş roman anlayışıyla aynı hizaya getirmiş ve ona çok şey kazandırmıştır. Oğuz Atay, özellikle Tutunamayanlar romanında, modern şehir yaşamı içinde bireyin yaşadığı yalnızlığı, toplumdan kopuşları ve toplumsal ahlaka,kalıplaşmış düşüncelere yabancılaşan, tutunamayan bireylerin iç dünyasını anlatır. Yapıtları eleştiri, mizah ve ironi barındırır.

Evinizde Türkçe bir şey kalmamıştı!

Eşyalarınıza alışamadım, yadırgadım onları. Salon-salamanjeyi, deniz gibi büyük ve kauçuk köpüklü yatağı olan karyolayı, aynı takımın yaldızlı gardrobunu ve gene aynı takımın şifonyerini ve gene aynı takımın tuvaletini sevemedim. Evinizde Türkçe bir şey kalmamıştı. Bana anlayış gösterecek yerde büfeyi gösterdin.

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
419
Baskı Tarihi
2010
Yazılış Tarihi
1935
ISBN
978-975-07-0776-6
Baskı Sayısı
7. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Can
Orijinal Adı
The Clown and His Daughter
Sinekli Bakkal, Halide Edip Adıvar'ın ünlü romanıdır. İlk olarak İngilizce The Clown and His Daughter, (Soytarı ile Kızı) adıyla 1935 yılında Londra'da yayımlanmıştır. Türkçe olarak ilk defa 1935 yılında Haber gazetesinde tefrika edildi. Daha sonra 1936 yılında kitap olarak basılmıştır. 2006 itibariyle 37. basımı yapılmıştır. Birçok yabancı dile çevrilen roman, 1942'de CHP Roman Armağanı'nı kaz

Deniz ve Sükûn

— Bu dalgaları martta görmeli, Rabia. Kudurmuş gibi kafalarını kayalarda parçalarlar. Öyle yaman bir saldırışları, ahenkleri vardır. — Bir gün sakin, telâşsız bir şeyden hoşlandığını işitmedim, Osman. — Sükûn? Sükûnun denizde ne işi var? Düşün, kim bilir üstünde kaç milyon adam ölmüştür! Kim bilir şimdi üstünde kaç milyon avare cesetsiz ruh dolaşıyor... Osman'ın elleriyle havayı göstererek, sırf şairane bir lâf diye söylediği bu sözler, Rabia'nın muhayyilesini harekete getirdi. — Buraya geleli perşembe, pazartesi ölülere Yasin okumayı bile unutuyorum. — Ölülerle senin ne alış verişin var, Rabia. Sen diriler için okuyorsun... Sen... — Her sabah namazından sonra inşallah denizde ölenler için ayrı bir Yasin okuyacağım. — Rabia, Rabia, bu eski, bu ölü şeylere gene dalma... Fakat Rabia onu artık işitmiyordu. Hafızasında solan eski sevgililer, eski şeyler dirilmiş, ona sitem ediyorlardı. Etrafını sevmek, etrafını düşünmek, bu Dede'nin bilerek, Tevfik'in bilmeyerek ona öğrettiği biricik hakikat... Biricik, insana sükûn veren, haz veren şey. Halbuki o, tam bir aydır hep kendisiyle, kendi saadetleriyle meşguldü. Bu sabah o saadet, Rabia'ya biraz bayat, biraz tatsız geldi.