Türü
Roman
Sayfa Sayısı
0
Baskı Sayısı
0. Baskı

Bayburtlu Duran Kuran

Bak, canım, SHP beni hiç ilgilendirmiyor. diye kestirip attı Günay. "Neden?!" "Çekincesiz özdeşleştirebileceğim hiçbir şey önermiyor da ondan. Beni temsil etmiyor senin Partin." Sözü fazla uzatmak istemedi. "Geçen gün yayınlanan araştırma sonuçlarını okudun mu? SHP'liler kendilerini nasıl tanımlıyorlardı? "Yok" dedi Şafak. "En az dindar, en çok laik, en az milliyetçi, en çok Atatürkçü, en çok sosyal adaletçi, en demokrat, en özgürlükçü, en muhafazakar, en az liberal... Bu da nasıl oluyorsa, yani, hem en demokrat hem de en az liberal nasıl olunuyorsa?" "Canım, işte, 'Batılı' nitelikleri olduğunu düşündükleri ne varsa sıralıyorlar" dedi Şafak, "Yoksa adamları gördün işte, Bayburtlu Duran Kuran, nereye 'batılı' oluyor?"

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
0
Baskı Sayısı
0. Baskı

Taze çimen, çıra, çakıl, akarsu ve ney

Şafak Özden yeşil elma, kekik ve tarçın kokuyordu. Çünkü Anadolu yeşil elma, kekik ve tarçın kokuyordu. Sonları bunlara başkaları da eklendi: Taze çimen, çıra, çakıl, akarsu. Sıfatların sonu gelmez gibiydi. Bir düş, bir özlemdi Şafak Özden. Bir toprak parçasının nasıl cismanileştiğini, Özden'in kişiliği ile birebir örtüştürdüğünü gördüm. Başı pare pare dumanlı dağlara yakıştırdı Günay onu. Memleketinin Zıganaları gibi yüce, sarp, zor geçit verir; çamları yalçın kayalarından fışkıran buz gibi suları ile nefes kesecek kadar güzel, bir o kadar da "temiz, hayırhah ve asude" gördü. Zıganalar gibi "heybetli ve ketum ve dimdik"ti. Bir basit türkü "almalar olanda gel, aney..."adamın saygılı alçakgönüllüğünün, insancıl hüznünün, erkekliğinin simgesi oldu. Doruklardaki mekanınından güneşe bu türkü ile eşlik eder, doğurur ve batırırdı Şafak Özden. Günay, Anadolu güneşinin neyden başka bir müzik aletine "Katiyyen" yüz vermeyeceğini söylerdi. Durrell'in "tutkusuz bir aşkla sevemeyecek kadar onurluydu." dediği kadınlardandı. O noktada artık "Kafdağı"nın ardına göçmesini engelleyen bir şey kalmadı. "Varken de yoktum, yokken de varım, canım! hepsi bu!"

Yeniden iyi biri olmak mümkün.

Bir söğüt ağacının yakınındaki tahta sıraya oturdum. Rahim Han'ın telefonu kapatmadan hemen önce, aklına son anda gelivermiş gibi söylediği şeyi düşündüm: "Yeniden iyi biri olmak mümkün." Bir kez daha yukarıya, ikiz uçurtmalara baktım. Hasan'ı düşündüm. Baba'yı. Ali'yi. Kabil'i. Her şeyi değiştiren o 1975 kışına kadar olan yaşamımı. Her şeyi değiştiren ve beni, bugün neysem o yapan kışı.

İkimizden de olsa daha iyi..

NEDİME: Benim üzerimde hükmünü kendin ver! MAZLUM HOCA: Vereyim! Burada kalacak, benimle beraber her gün biraz daha halka inecek, köylüleşecek, topraklaşacaksın! Birde bana bir yetim oğlan doğurmanı istiyorum! NEDİME: Babadan mı anneden mi yetim? MAZLUM HOCA: İkimizden de olsa daha iyi...

Sarıklı Şehidler..

YETİM HOCA: Şehid babanın Şehid oğlu Yetim Hoca, Moskof'tan öç alınıncaya kadar bu evden yalnız Şehid ve Yetim çıkmasını vasiyet ediyor. Anlıyor musun oğlum? Sarığı çözüp yarama bastırın! Kanımı durdursun diye değil, içsin diye.. Mazlum bu sarığı saklasın, oğuldan oğula devretsin. Benimle Sarıklı Şehidler, bugün dokuza çıkıyor. Birgün Kars'ın ismini, "Kanlı Sarık" koyabilirler. Onu her defa Sarık kurtardı. Allah!..

Ya namusumuz?..

YETİM HOCA: Ağlama, Ayşe, ağlama!.. Gözyaşı bizim halimize denk düşmez. Ağlayacak olsak sular kabarır. Moskof şehirde.. Ermeni uşakları, ardında.. Üstüste yardım geliyor arkasından.. Bu gece büyük bir kırgın olacak.. Müslümanlar'ı kırıp dökecekler, şehri yıkıp yakacaklar. Ne can, ne mal, ne ırz!.. Haydi canımızla malımız gitsin.. Ya ırzımız?.. İmanımızın düğüm noktası namusumuz?..

Çünkü..

Bu düşmanlık, ne ateşle su, ne akla kara, ne dağla uçurum arasında vardır. Ateş suda yanabilir, ak karanın içinde eriyip onu boz rengine çevirebilir, dağla uçurum bir ovada buluşabilir. Fakat Türk'le Moskof, bir arada, aynı aheng içinde hayal edilemez. Çünkü Moskof, Türk'ün, yalnız maddesine değil, ezelden beri ruhuna da düşman...