Türü
Roman
Sayfa Sayısı
0
Baskı Sayısı
0. Baskı

Amerika Türküsü

Bir Amerikalı olmak ne demektir biliyor musunuz? diye söylendi Günay, neden sonra... "Amerikalı olmak, dünyanın neresine gidersen git kendi türkünü duymak demektir." "Öyle değil mi?" dedi Duran. "Bir bakarsın, bir çekik gözlü Japon ya da bir palabıyık Türk ya da koca ağızlı bir Afrikalı, elinde gitar senin türkünü söyler. Söylerken de bir gözü sendedir; beğenecek misin, diye merak ediyordur. Yaltaklanır. İyi taklip edip de, beğendirdi mi, ondan mutlusu da yoktur ha! Her yerde bir Madonna ya da Michael Jackson görsen, dünyanın sana ait olduğunu sanmaz mısın? Nairobi'nin ortasında ya da Kuzey Kore'de İbrahim Tatlıses'i taklit eden adamlar olduğunu düşünmek ne garip değil mi? Amma da güvenli olur insan!" Uzandı, bir sigara yaktı, dumanı gözüne kaçtı. "Gücüme gidiyor," diye söylendi, "Gücüme gidiyor! Kendi türkümüzü duymak istiyorum."

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
0
Baskı Sayısı
0. Baskı
Neden Altını Çizdim?
( http://fizy.com/#s/1a2clm ) Kronos Quartet güzel söyler : Getme getme...

Getme, Getme

Gelip gelip de gelemeyen akarsuydu, kanun; ney; suyun melalini boğuk boğuk haykırdı. Sonra karşılıklı konuştular. Ney ağladı, yakardı kanuna. Kalksın, boşansın istiyordu. Kanul mırıl mırıl direndi. Bir süre böyle çekiştiler. Kudüm dayanamadı, neyi destekledi, haydi! haydi!... Ses yükseldi, yükseldi, vadileri, dağların doruklarındaki buzulları koynuna aldı. Akar su ricaları kıramadı, önce yavaş yavaş sonra hoplaya zıplaya koşmaya başladı. Tribünlerdeki mineler mavi mavi gülümsediler. Güneş ışığını gök kuşağı yapacak şekilde ayarladı. Çalgılar şöyle bir es verdiler, sonra hep beraber güneşe şükranlarını sundular. Karşı dağlardan bir kadın sesi katıldı, "Gözlerin aldı mene, kemende saldı mene, getme getme gel, gözel yar, getme getme gel!" diye yalvardı, suyun arkasından. Nereden çıktığı belli olmayan kavallar katıldı, "Amandır koymayayım, yar gözden saldı meni, getme getme gözel yar, getme getme, gel!" "Gurbanam han gözüne yar, nazla bahan gözüne yar... Yene sürme çekipsen, eller yıkan gözüne yar, getme getme gel..." "Getme, getme" diye yakardığının Türkiye olduğunun farkındaydı. Burun direği sızladı Günay'ın. Bütün gücüyle sevmeye çalıştığı adamlara baktı. Onlar da hüzünlenmiş gibiydiler. senin ala gözlerin, canım ala gözlerin gorhuram birden ölem, yâda gala gözlerim"

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
0
Baskı Sayısı
0. Baskı

Ört ki Ölem

Bir şey aynı anda doğru ve yanlış olabiliyorsa, yani, biz yaptığımız zaman doğru çünkü bizim amacımız daha saygın türünden bir anlayış topluma egemen oluyorsa, ahlak erozyonu kaçınılmazdır. Ahlak erozyonu, değerlerin kaybı, tepkisizleşmek... Bu yerleştikten sonra, zaten ört ki ölem.

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
0
Baskı Sayısı
0. Baskı

İlan Edilmiş Bir Ahlak Sisteminiz Yoksa

Şöyle düşün. Mesela bu yılbaşı gecesi TRT programında Bülent Ersoy ile Zeki Müren dans edeceklermiş. "Yapma, yav." "Evet! Buna dördümüz de tepki gösteriyoruz değil mi? "E, mutlaka" dedi Erol. "peki bu tepkiyi, sosyal demokrat terimlerde nasıl ifade edeceksiniz? Karşınıza biri geçse, "efendim, demokrasi var. Herkes herkesle dans eder. Sansür edemezsiniz!" dese ne diyeceksiniz? İlan edilmiş bir ahlak sisteminiz yoksa, başınızı öte yana çevirmek zorundasınız.

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
0
Baskı Sayısı
0. Baskı

Savaş Kaçağı

Politika ve eylem adamlarının en zayıf yanı, düşünce adamını küçümseyişleridir. Beyinle kol, kuram ile eylem elele vermedikçe, toplum sıhhate kavuşamaz. Biliyorum, biliyorum; vatandaşları günün çetin kavgalarında yer alırken yıldızlara serenat besleyen bedbahtın adı savaş kaçağıdır.

Zamanın bile kopartamayacağı bir bağ..

Sonra bize, aynı süt annenin emzirdiği çocukların kardeş olduğunu, aralarında zamanın bile kopartamayacağı bir kan bağı oluştuğunu söylerdi. Hasan'la aynı memeden süt emmiştik. İlk adımlarımızı aynı bahçede, aynı çimenlerin üzerinde atmıştık. Ve ilk sözcüklerimizi aynı çatının altında söylemiştik. Benimki "Baba" idi. Onunkiyse "Emir." Benim adım. Şimdi geriye bakınca, 1975 yılında olanların -ve onu izleyenlerin- kökeninde bu iki sözcüğün yattığını görüyorum.

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
0
Baskı Tarihi
2000
ISBN
975-7462-94-2
Baskı Sayısı
3. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Dergâh
Ahmet Hamdi Tanpınar'ın çeşitli gazete ve dergilerde yayımlanmış yazılarından derlenen "Yaşadığım Gibi" yazarın, şair, hikayeci - romancı ve edebiyat tarihçisi olarak millî kültürümüzle ilgili özlü fikirlerini yansıtmaktadır.
Neden Altını Çizdim?
Ben de bilmiyordum! :-) Nihat Boydaş (http://w3.gazi.edu.tr/~nboydas/) hocanın kaleme aldığı bu başlığı taşıyan bir kitap var.

Türkçe bilmeyen cennete giremez

Daüssıla. Cafe Mahieux'de: Türkçe konuşmağa başlayınca birinin Kula'lı, öbürünün Muğla'lı olduğunu öğrendiğim birkaç Rum. Biri öbürüne söylüyor: -Papazın nasihatini sen de hatırlarsın Panayot, Türkçe bilmeyen cennete giremez. -O eski darbımeseldir. Bana anam da söylerdi. 'İyi ama ben bilmiyordum."

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
0
Baskı Sayısı
0. Baskı

Bir İç Sömürgecilik Araştırması

Burası korkunçtur! Bir yandan komunizmi önleyeceksin, öte yanda olası bir yerel lideri. Elia T Zwrayk'ın 'İsrail'deki Filistinliler, Bir İç Sömürgecilik Araştırması' diye bir kitabı vardır. İsrail'in siyasi hedefinin, Arapları sindirmek, Yahudilerin egemenliğe engel olabilecekleri duruma gelmelerini önlemek için aldıkları tedbirleri anlatır. Ne zaman bir lider belirmeye başlasa, ortadan kaybedilmiştir. Aynı doğrultuda, Türk egemen sınıfları Anadolu'yu Saidi Nursi ile paylaşacak değillerdir, müridlerinin canı cehennemedir! Menderes, 'bizim' cumhuriyetimize yakışmıyordur, seçmenlerinin de canı cehennemedir! Deniz Gezmiş düzenimizi tehdit ediyordur, yasa tutsun tutmasın idam edilir. Daha da korkuncu, Saidi Nursi'nin cenazesinin kaybedilmiş, Menderes'in asılmış olmasına, bir yönüyle de olsa 'hak' veren bir ruh halinin yerleştirilmesidir. Siyonistlerin misyonuna kazandırılan 'evrensel haklılık' gibi bir haklılıktır bu!

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
0
Baskı Sayısı
0. Baskı

Süt ve Bal Akan Ülke

Sömürgeciler, işe, göz diktikleri toprak parçasını överek, ona haniyse "ulvi" nitelikler yakıştırarak başlarlar. Mesela, daha onyedinci yüzyılda -İsrail'in kurulmasından 300 yıl önce!- George Sandys, İngiliz şair, Filistin'i "süt ve bal akan ülke; yaşama elverir bir dünyanın ortasında, ılıman bir iklimde; güzel dağlar, zengin vadilerle süslenmiş, mükemmel sular fışkırtan kayalar; hiçbir köşesi yok ki, esenlik ve servetten yoksun olsun!' diye anlatırdı. İkinci aşamada, tamah edilen toprak, üzerinde yaşayan insanlardan soyutlanır, sömürgecilerin gönlünde eski medeniyetleri, görkemli geçmişi -nasılsa bir yerlerde bir iki harabe vardır!- ve yerlilerden olmasa, "muhteşem!" olabilecek geleceği ile yer eder! Gel gör, o güzelim topraklardan o Allah'ın belası yerliler hiç eksik olmazlar! Bu durumda iki şey yapılabilir: Birincisi Golda Meir Örneği, ' Filistinliler diye birileri yoktur! diye kestirip atmaktır. Bu yutturulabilirse dünya kamuoyuna 'ülkesiz bir halk için, halksız bir ülke' gibi fevkalede akılcı ve haklı bir dilekçe ile başvurulabilinir! Ha, eğer bu pek bir kör kör parmağım gözüne bir iddia ise, bir ikinci yol daha vardır. O da, yerlilerin var olduğuklarını kabul etmekle birlikte, 'onlar sayılmaz'ı oynamaktır. Yerliler 'sayılmaz' çünkü ya Kızılderililer gibi 'vahşi' ya da Araplar gibi marjinal bir medeniyetin mensupları oldukları için o güzelim toprak parçasına layık değildirler! Sömürgecilerin yakıştırmalarının tutması ve sürmesi için 'yerliler'in kendilerini takdim etmeleri, çağdaşlarına bir özgeçmiş, bir niyet mektubu sunmaları önlenir. İlk aşamada 'takriri sükûn' kanunu türünden önlemler alınmak suretiyle yerlilerin gerçekliklerinin üstü örtülür. İkinci aşama biraz daha karmaşıktır; bir yandan yerlilere özgeçmişleri unutturulurken, öte yandan da onları sömürgecilerin çıkarları doğrultusunda yeniden biçimlendirmek geretirir ki, o doğrultuda düzenlenmiş eğitim sisteminin uygulamaya konulması demektir.