Türü
Roman
Sayfa Sayısı
0
Baskı Sayısı
0. Baskı

Kölelik

İnsanoğlunun bağımsız ve özgür olduğu anlayışının Batı medeniyetine tümüyle yabancı olmasının bir sonucu da kölelik kurumudur" diye sürdürdü Günay, "Büyük Roma Makinesi 'köleler' olmadan işleyemezdi. Yunan ve Roma, köleler üzerine kurulmuş medeniyetlerdi. Ondokuzuncu yüzyıla kadar fiilen, yanlış kelime, 'ilkel' biçimiyle demek daha doğru, sonra da teknolojik biçimiyle sürdü kölelik.

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
0
Baskı Sayısı
0. Baskı

Tersten Halife

İnsanı önceden kararlaştırılmış bir biçimde düşünmeye, çalışmaya, talep etmeye, tepki göstermeye zorlayan onların kültürüdür bizimki değil. Koyun olan biz değiliz, onlar diyordu! "Evet!" Tapmak için yarattıkları tanrılar da, bu kültürün ürünleridir; bu kültüre uygun düşerler, bu kültürün yansımalarıdır. Bak, Yahudi- Hristiyan geleneği kendisini gökyüzünde tekrarlamıştır! Tanrısı, dünyevi geleneğinin izdüşümüdür."

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
0
Baskı Sayısı
0. Baskı
Neden Altını Çizdim?
Colossus: Bilimkurgu yazarı Isaac Asimov'un kitaplarında anlattığı, uzaydaki yaşamı düzenleyen, galaksi imparatorluklarını yöneten bilgisayar. Latince 'colossi' kelimesinin tekili, Türkçe karşılığı 'muazzam'.

Batı Geleneği

Batı geleneğini oluşturan iki kaynaktan birincisi Yahudi-Hristiyan, ikincisi Yunan-Roma. Birinci kaynak, Yahudi hristiyan geleneği, Batı medeniyetine bireyi hiçe indirgeyen, bir kitle kültürü dayatır. Şöyle ki, Yahudi, ruhunun bedeninden ayrılmak, bedeninin Kainatın sahibi ile birleşmek üzere terketmenin hasreti ile kavrulduğuna -abartmıyorum, kullandıkları kelimeler bunlardır- inandırılmıştır. Yahudiden bunu gerçekleştirip, belirgin ve bağımsız bir varlık olan 'doğal hali'ni yok etmesi istenir. Yani, özgür iradesini bireyselliğini yok etme yolunda kullanmakla yükümlüdür. Rab Yehova'nın kendilerine çizdiği kader doğrultusunda yürümek zorundadırlar. Rab Yahova da 'bilgi' ağacından elma yediler diye bunları yeryüzünde çile çekmeye mahkum etmiş olduğundan, birey ne yaparsa yapsın, sancılı acılı bir hayat yaşayacaktır. İkinci dünya savaşında Almanlara kuzu gibi boyun eğmelerinin ardında da, bu anlayış yatar. Megamachine ideolojisinin en mükemmel uygulamalarından birisidir, Yahudi geleneği. Bu bağlamda, dev bilgisayar 'colossus'a boyun eğmekle Rab Yehova'ya boyun eğmek özde aynı ruh halini, aynı insan görüşünü yansıtır. Mesele, insanın özgür olup olmaması değil, kaderini kime teslim edeceği meselesi olarak algılanır. Dönelim Akdeniz'in kuzey kıyılarında yaşayan dostlarımıza. Yunan-Roma dünyasının insan görüşüne göre, insanoğlu, kaderini tanrıların elinden kurtarabilmek, bağımsızlığını kazanabilmek için çırpınan bir varlıktır. Tanrıların dünyası ile sürgit bir çatışma içindedir. Mitolojiyi hatırla: Tanrılar, insanların "ben bilinci"ne erişmesine, kendilerinden bağımsız, özgür olmasına, tabiat üstünde egemenlik kurmasına engel olamk için ellerinden geleni yaparlar. Zeus'un ateşini çalan Promete hikayesinde olduğu gibi- hani kayaya bağlanır da, her gece bir akbaba gelir, ciğerini yer ya- en büyük günah tabiat üstünde egemenlik kurmak günahıdır. Bu da böyle mi?

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
0
Baskı Sayısı
0. Baskı

Ansiklopedi

Megamachine ile örtüşmeyen, kalıba girmeyen, sistematikleştirilemeyen faaliyetler aşağılanır, toplum dışı bırakılır. Muhalefet asgariye indirilir. 'Kitle kültürü' denilen kabullenilmiş doğrular bütünü. Ansiklopediler böyle oluşur. Toplumlar kendi ansiklopedilerini kurarlar, yani kendi kültürlerini ayakta tutacak doğrularını. Bir Fransız ansiklopedisi Fransızlar içindir, Britannica İngilizlerin doğrularını perçinlemeye yarar. Galaksi ansiklopedisi de Heliconluların... Bizim ansiklopedimiz yok. Türk ansiklopedisi yok. Çünkü, ansiklopedinin varlığı "malumatı" sistematikleştirilmiş toplumun habercisidir, ehlileştirilmiş, ussal düzenlemelere yenik düşmüş toplumun habercisidir. Değil mi?

Adam (2009)

Adam hayatı boyunca içine kapanık bir yaşam sürmüş, yakışıklı bir adamdır. Duvarlarla örülü bir yaşantısı olan Adam’ın hayatı, yeni komşusu Beth ile tanıştığında bambaşka olur. Güzel, açık görüşlü ve eğlenceli bir kadın olan Beth ile Adam arasında beklenmeyen bir ilişki başlar. Birbirlerinden oldukça farklı karakterlere sahip olan Adam ve Beth her şeye rağmen birbirlerine büyük bir bağla kenetlenir.

Dünyada Adım Atmak

-Beth'le ayrıldık. Bana yalan söyledi. Ben de yalanını öğrendim. Artık ona güvenemem.
Adam (2009)
Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
0
Baskı Tarihi
2000
ISBN
975-7462-94-2
Baskı Sayısı
3. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Dergâh
Ahmet Hamdi Tanpınar'ın çeşitli gazete ve dergilerde yayımlanmış yazılarından derlenen "Yaşadığım Gibi" yazarın, şair, hikayeci - romancı ve edebiyat tarihçisi olarak millî kültürümüzle ilgili özlü fikirlerini yansıtmaktadır.
Neden Altını Çizdim?
Bahsedilen tipte bazı insanları ben de tanıdım. Yani "kendisi lezzetle dinlenilen, fakat söylediklerinin ancak yarısına inanılan insanları" Tanpınar'ın da bunları bu şekilde tesbiti çok hoş...

Hoş sohbet yalancılar

O zaman hazinelerini ortaya yığıyor. Kendi bastığı kitaplar. Daragnes'in bastıkları. Başka lüks baskılar... Albüm dolusu elyazıları... içlerinde Valery'nin kendisine yazılmış iki mektubu, birkaç deseni ve yine kendi bastığı bir kitap üzerinde bir iki tashih var. Bu arada, meşhur konferanslara ait notlar da ortaya geliyor. Fakat daha ziyade Daragnes'den bahsediyor. Sözü o tarzda getiriyor ki, asrın en büyük estetinin yakın iş arkadaşı oluyor. Yazık ki kendisi lezzetle dinlenilen, fakat söylediklerinin ancak yarısına inanılan insanlardan. Bununla beraber onu yakından tanıdığı ve çok insan tanıdığı aşikâr.

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
0
Baskı Sayısı
0. Baskı

Hangi birini düzelteyim

Şimdi siz ne diyorsunuz, biliyor musunuz? dedi Günay, ağır ağır, "Siz diyorsunuz ki, "Turgut Reis, 21 Ağustos 1565'te, Nice'de karaya çıktı". Turgut Reis değil, Barbaros Hayrettin. 21 Ağustos değil, 21 Temmuz. 1565 değil, 1543. Nice değil, Marsilya. Bilmem anlatabiliyor muyum? Hangi birini düzelteyim, ne diyeyim size?" Önce bir duraladı, sonra da, "Heh, heh, heh!" zoraki güldü adam, arkadaşlarına baktı, "Hiç konuşmayalım mı, yani?" Rodoplu'nun dilinin ucuna geldi, "Eh vallahi bence hiçbir mahzuru yok!" diyecekken sustu. "Hep sizler konuşun, biz konuşmayalım!" yine arkadaşlarına baktı. Ezilen halk çocuğunu oynadığını görüyordu Rodoplu; ezilen halk çocuğunu oynadığını ve birilerine yatırım yaptığını. Göz ucuyla Şafak'a baktı, genç adam gözlerini önündeki tabaktan ayırmamakta kararlı gibiydi. Günay, onun da öfkelendiğini sezinledi. Öfkenin kaynağı da, muhatabı da kendisi olabilirdi. "Evet, ama görev görevdir. Öne kafalardaki keşmekeşi dağıtmaya, metafizik birer or***u olup çıkan kaypak, hain mefhumlara karşı çıkmak zorundayız." Ev sahiplerini mahcup etmek pahasına da olsa, yanlışı düzeltmekten sorumluydu. "Bakın kardeşim" diye başladı ve atılmadık ne cinsel ne de entelektüel köprü bıraktı Rodoplu. "Bir kere, Türkçeye girmiş dini terimler, Arapça değil, Farsçadır. Çünkü biz İslamiyeti Araplardan değil İranlılardan öğrendik. Örnek: peygamber, örnek namaz, Farsçadır, Arapça değil. İkincisi 'öz' denilen Türkçe'de kelimeler, türetilmiş değil, üretilmiştir. Daha da kötüsü, Batı dillerinden alınmadır yani bağımsızlık söz konusu değilir. Bir boyunduruk başkası ile değiştirilmiştir. Mesele ondan ibarettir. Örnek: Arapça kökenli 'usul' kelimesinin yerine 'yöntem' kelimesinin 'yön' hecesi , Türkçe'de; 'tem' hecesi, Fransızca 'systeme' kelimesinin 'tem'idir. Türkçede böyle bir sonek yoktur. Aynı şey, 'kıyası mukassem' ya da 'dilemme'in karşılığı olarak sunulan 'ikilem' kelimesi için de geçerlidir, ilk hece Türkçe, ikincisi Fransızca. 'Mektep' kelimesinin yerini alan 'okul' kelimesi, Fransızca 'ecole'ün bozulmuşudur. 'üstüvane' yerine kullandığımız 'silindir' batı dillerinin 'cylinder'idir. 'Umumi' kelimesinin yerini alan, 'genel' İngilizce'dir. Sekizgen'in 'gen'i 'octagon' un 'gon'udur. Bunun böyle olması da doğaldır, çünkü şu kadar yıllık hayatında TDK'da tek bir filolog, dilbilimci çalışmadığı gibi, bir tek Türkolog da yoktur. Neticeyi kelam, TDK, yarattığı kavram kargaşası ile Türk fikir hayatını tarumar etmekten başka bir işe yaramamıştır.

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
0
Baskı Sayısı
0. Baskı

Binali, Gül, Azot ve Testi

Binali!!! Binali!!! Yıllar öncesinden bir anı, Binali. Taksim İntercontinental'in girişinde aynı cümle. "Patron" dediği, her ay yapmadığı işler için para aldığı Şiran'ı Kadıncıktan kurtarmaya çalışan, Binali. Sömürü düzeninin en galiz örneği pazarlamacılığın nimetlerinden kendisine her nasılsa düşeni her nasılsa tüketen Binali. Güle beslendiği azotu hak etmek için ne yaptığı sorulur mu? Gül'dür, azot gerekmektedir, o kadar. Azot yoksa zaten gül de yoktur. O da o kadar. Dünya bir hayrattır. Çok doğru! Şiran kusa kusa kazanırmış, pazarlama elemanlarını sokağa her saldığında beline kadar soğuk terler döker, midesi tutarmış olgusunu usunun gündemine dahi almayan Binali. Acımasız bir iklimin, daha da acımasız domdom kurşunlarının çocuğuydu. Dehası onu olmadık bir ilçenin, dokuz dersin altısı öğretmensiz geçen bir lisenin diplomasıyla, dul anası ve tek kardeşini taş tarlanın merhametine terkettirip, İTÜ elektronik laboratuvarına ışınladığında, talihine şükredecek hali yoktu. Testiyi herşeye rağmen kırmamış, suya gidebilmiş olmayı da, olmamayı da rastlantısal olgular olarak değerlendirdiğinden, birinin ötekine üstünlüğü yoktu. Ne varlığa sevinen, ne yokluğa yerinen bir derviş ve tanrı tanımaz bir devrimciydi Binali.

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
256
Baskı Tarihi
Eylül 2008
Baskı Sayısı
0. Baskı
Yayın Evi
Etkileşim
"Çünkü sen Süleyman'ı görmedin/ Kuşların dilini nereden bileceksin?" diyen Sühreverdi'nin, "konuşan yalnız Hakikat'tir" diyen Bediüzzaman'ın, "ayrılığa ulaşsaydık, ona kendi acısını tattırırdık" diyen İbn Arabi'nin, "üzüm sarhoşluğu değil benim sarhoşluğum/ benim sarhoşluğumun sonu yok" diyen Mevlana'nın, "mantıku't-tayrın lugat-ı mutlakından söyleriz" diyen Niyazi Mısri'nin, "teknolojik burjuva uygarlığı, bir protezler medeniyetidir, insanların ruhlarını sakatlıyor, onlara protezler takmaya çalışıyor" diyen Tarkovski'nin, "düşünme, yüzyıllardır kutsanan aklın, düşünmenin önündeki en büyük eng

Süreyya ve Hilalde Gaybın Hurma Ağacı

Yıldızlar sizin yankınızdır. Onlara bakıyorum, kimisi dünyadan binlerce kez büyük, hava denizinde akıl almaz bir sürat ve çevrimle geziniyor. Bir saniyede on saatlik bir mesafeyi katediyor. Bakışlarım onlarla birlikte uzun bir süre dolaştıktan sonra aya dönüyor. Şimdi ona bakıyorum. Onun içinde de menziller görüyorum. Kurumuş hurma dalının ince yay halini alıncaya değin inceliyor. Sonra büyüyor. Tekrar inceliyor. Tekrar büyüyor. Bu büyüme ve incelme hali bakışlarıma da geçiyor. Gözlerim de onunla birlikte büyüyor ve inceliyor. Ay, inceliğin görüntüsü. ... Özellikle Mayıs sonlarında, ince hilal biçiminde Süreyya menziline girdiğinde, hurma ağacından sarkan ince bir dala benziyor. Süreyya bir salkımı andırdığı için de, o yeşil göğün perdesinin altında, büyük ve ışıklı bir ağacın varlığını gösteriyor. Ona bakarken hep o ışıklı ağacı düşlüyorum. Sanki dalının ucu perdeyi delmiş, bir salkımla birlikte başını çıkarmış, Süreyya ve hilal olmuş. O dala bakınca gaybi ağacın bir meyvesi gibi görüyorum.