Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
128
Baskı Tarihi
2009
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Parıltı Yayınları
Editörü
Murat Kartal
"Ahmet Haşim'in ince, zarif, nükteli, sanatlı, işlenmiş, kadife gibi yumuşak ve açılmış çiçekler gibi olgun nesrini methetmek için ne söylense az gelir. Ekseriyetle pek zeki ve bazen de için için alaycı olan bu nesir hakikaten ne güzeldir! Ahmet Haşim bunlarla 'Bize Göre' hisler ve fikirler yazmıştır... Hatırlıyorum, Ahmet Haşim, İkdam'da bir 'Bize Göre' parçasının fikrinden ve kalbinden sızdıra sızdıra bütün yarım gününü geçirecek, akşama doğru bitirir ve imzalardı. En evvel, yazdıklarını birer birer herkese, İkdam'ın her yazarına ve her gelen misafirine okurdu.

Müthiş Bir Böcek

Gece, uykumun en derin yerinde, keskin bir ısırılışla fırladım. Elektrik düğmesini çevirdim. Karnı patlayacak kadar taze kanla dolu bir tahtakurusu, odayı bir anda kaplayan göz kamaştırıcı ışık içinde, ne yapacağını, nereye gideceğini, nasıl saklanacağını bilmeyerek, sırtında koca yükle yakalanmış bir hırsız telaşıyla, beyaz örtülerin kıvrımları arasında aptal aptal kaçıyordu. Küçük böceğe dokunmadım ve çetin talihi, müthiş cesareti hakkında hayretle düşünceye daldım: Hiç şüphe yok ki arslanlar bile bu kahve damlası kadar küçük hayvandan daha cesur değildir. Tırnakları hançerlerden daha kesici, dişleri en müthiş kılıçlardan daha delici, sesi gök gürlemeleri gibi hava tabakalarını dalgalandıran kuyruğunun her darbesi yerleri sarsan koca arslan için, boş çöllerde ince ayaklı ceylanlar ve aciz öküzleri boğazlamak bir iş mi? Her hayvanın avı kendisinde daha küçük ve daha müdaafasız bir mahluk iken, tahtakurusunun gıdası, kendisinden bir milyon defa daha büyük ve kuvetlli olan insanın derisi altındadır. Ne ağlanacak talih! Uzanmış bir adam bir tahtakurusu için nedir? Muhakkak Himayala Dağları gibi korkunç bir girinti çıkıntı alemi! Her kımıldanışında bin tahtakurusunu ezip patlatmaya muktedir olan müthiş avın burun ucundaki tatlı kan damlasını emmek için küçük böceğin silahı nedir? Ezilirken parmağa bulaştırdığı yalnız bir müstekreh bir koku zerresi! Ne müthiş bir cesaret!

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
326
Baskı Tarihi
2014
Yazılış Tarihi
2014
ISBN
978-605-9908-32-0
Baskı Sayısı
3. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Kırmızı Kedi Yayınevi
Editörü
Tunca Arslan
Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi eski Başkanı Sabri Uzun'dan, uzun süredir beklenen kitap... İN, Emniyet'te 40 yıl görev yapan bir İstihbaratçının, teşkilat içinde yuvalanan Cemaat'le yüzleşmesini, mücadelesini, kurulan tuzak ve komploları anlatan, Türkiye gündemini sarsacak bir çalışma...

Cemaatçilerin göbeklerinin üstünde motor-şasi numarası mı var?

Mülkiye Müfettişlerine şunları da söyledim: "Kabul edin ki ben Fethullah Gülen Cemaati üzerinde ça­lışma yaptım ve size mülkiye müfettişi olarak, bu çalışmamı tahkik etme görevi verildi. İlk soracağınız soru; 'Hangi ka­nuna dayanarak bu çalışmayı yaptırdınız'şeklinde olacaktı. Kabul edin ki, ben gerer imi yapmadım, Fethullahçı po­lisleri tespit etmedim. Sizden rica ediyorum; siz, bugün bir­likte çalıştığınız Cemaatçi mülkiye müfettişlerinin listesini yapınız bakalım. Size soruyorum, bunların, yani Cemaatçilerin göbeklerinin üstünde motor-şasi numarası mı var; bu numaralara göre Cemaatçi olan kişilere ruhsatname mi çıkartıldı, plaka mı takıldı? Kanunla düzenlenmeyen bir suç icat edip, bu suçlulara da 'Cemaatçi' adını takmış olsaydım, Türkiye demokrasisi­ ne en büyük zararı vermiş olurdum."

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
191
Baskı Tarihi
1995
Yazılış Tarihi
1953
ISBN
975-8068-00-8
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
Ankara
Yayın Evi
Bilgi Vakfı Yayınları
Mütercimi
Mehmet Akif Ersin
Orijinal Adı
Muhammed at Mecca
Ben şahsen, Muhammed'in, kendisine vahiy olarak gelen şeyin kendi bilincinin ürünü olmadığına inanmakta samimi olduğuna Kani oldum. Hz. Muhammed'in gerçekten bir peygamber olduğuna inanıyor ve biz hıristiyanların, 'Onları meyvelerinden tanırsın' anlamındaki hıristiyan prensibi gereğince bunu kabul etmeleri gerektiğini düşünüyorum. Çünkü asırlar boyunca İslam, birçok üstün ve zühd sahibi insan yetiştirmiştir. Eğer O (Muhammed) bir peygamberse, o zaman Kutsal Ruhun peygamberler vasıtasıyla konuştuğuna dair hıristiyan doktrinine uygun olarak da Kur'an'ın ilahi kaynaklı olduğu kabul edilmelidir.
Neden Altını Çizdim?
Bizim kitabımız hakkında batılı ilim adamlarının vukufiyetleri hem şaşırtıcı hem can yakıcı...

Din Gelişen Bir Şey Midir?

Batılı alimler, bir çok nedenden dolayı, Kur'ân'ın çeşitli bölümlerinin ne zaman vahyedildiğine dair, en azından, kabaca bir fikir edinmenin yararlı olacağını düşünürler. Bu, onların müslüman cemaatin büyüyüp yeni ve farklı ihtiyaçlarla karşı karşıya kaldığında Kur'âni mesajdaki vurguların nasıl değiştiğini incelemelerine imkan tanır. Batılı alimler için bugün bir dinde yaşayan, büyüyen ve dolayısiyle değişen ya da -onların tercih ettikleri bir ifadeyle- gelişen bir şeyler görmek bilinen bir hakikattir. Hz: Muhammed'in dönemindeki Araplar için değişim nefret uyandıran bir şeydi ve gerçek olan şey değişmeyendi. Değişime karşı duyulan bu tür bir hissiyat İslam'da da varlığını devam ettirdi ve bugün bile çok az müslüman kendi dinini gelişen bir şey olarak düşünmeye hazırdır. 19'uncu Yüzyılda, Sir William Muir ve Hubert Grimme gibi Avrupalı alimler Kur'ân'ın kronolojisini çıkarmaya çalıştılar. Bunların en başarılısı Theodor Nöldeke idi.4 Geleneksel `esbab-ı nüzul'den elde edilen malzemeleri kullanarak; erken döneme ait olduğu kabul edilen 'sürelerin kısa âyetli, geç döneme ait olduğu düşünülenlerin de uzun âyetli olduğunu gözlemledi. Sonunda, âyetlerin ortalama uzunluğuna göre, kısaların erken dönemde, uzunların geç dönemde, orta uzunlukta olanların da orta dönemde indiğine dair kabaca bir belirleme yaparak bir sürenin tarihinin tesbit edilebileceğine ilişkin teoriyi ortaya attı. Müslüman alimler süreleri Mekki ve Medeni olarak ayırmışlardı (yani Hicretten önce ve Hicretten sonra); fakat Nöldeke, Mekke dönemini de kendi içinde üçe ayırdı. Bu dört dönemin her biri içinde her süreye belirli bir yer tayin etti; böylelikle aslında tüm Kur'ân"ı yeniden düzenledi. Nöldeke'nin Kur'ân tarihlemesi Batılı alimler arasında geniş bir kabul görmüştür.

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
228
Baskı Tarihi
şubat 2005
ISBN
975-7270-02-4
Baskı Sayısı
8. Baskı
Basım Yeri
istanbul
Yayın Evi
im yayınları
Editörü
ibrahim emir
Mütercimi
Erkıl Günur

Karnı Ağrıyan İnsanın Devrimciliği

Her ne kadar değişiklik isteği çoğu zaman derinliği olmayan bir içgüdüyse de, bu isteğin derinliklerine kazı yapmak kitle hareketlerinin iç yapısına bir ışık tutabilir. “İnsanlarda, kendi varlığını şekillendiren güçleri genellikle kendi dışında arama eğilimi vardır.” Başarımızın ve başarısızlığımızın nedenlerini çevremize bağlamaktan kaçınmayız. Bundan dolayı, iyi bir dünyada yaşadığını düşünenler bu dünyayı aynen korumak, hayal kırıklığına uğramış kişilerse bu dünyayı temelden değiştirmek isterler. Durumumuzun; yeteneğimiz, karakterimiz, fizik yapımız ve sağlık durumumuz gibi kişisel niteliklerimizin bir sonucu olduğunu bildiğimiz durumlarda bile, bunun nedenlerini çevremizde arama eğilimi kaybolmaz. H.D. Thoreau diyor ki: “Bir insanın işlerini görmesine engel olacak bir derdi varsa, hatta karnı bile ağrıyorsa, bunun için dünyaya yeni bir düzen verilmesi gerektiğine inanır.”

Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
264
Baskı Tarihi
2005
Yazılış Tarihi
1981
ISBN
975-437-016-8
Baskı Sayısı
14. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Ötüken Neşriyat
Neden Altını Çizdim?
Böyle tasnifler, birer genelleme olsalar da ilginç olabiliyor...

Ölen medeniyetlerin arkalarında bıraktıkları şeyler

A. Toynbee bugünkü Batı toplumunun bir intihar hareketini temsil ettiğini söyler. Ona göre Batı dünyasını yarattığı büyük medeniyet, tıpkı dünya üzerinde gelip geçmiş bütün medeniyetlerin yaptığı gibi, insanı dünyevi bir varlık olmaktan çıkarıp onu azizler, etmişler seviyesine çıkarmayı gaye edinmişti. Ama laiklik ve demokrasi Hıristiyan medeniyetinin çürümesine, 'kokuşmasına yol açtı. Bir medeniyeti ancak dini bir maya canlı tutabilirdi; modern Batı, teknolojinin, ilme olan aşırı güvenin esiri oldu ve insanlığa faşizm, komünizm gibi belâlar getirdi. Batı'nın o çok övündüğü ve kendi medeniyetinin temeli saydığı rasyonalizm ve hümanizm hakikatte Batı medeniyetinin "özünü" bozan, onu içinden yıkan birer mikrop sayılmalıdır. Medeniyetler doğar ve ölür. Bir medeniyet ölüme giderken artık bütün yaratıcı gücünü kaybetmiş, değişen şartlara hiç değişmeyen tepkiler yapmaya, yani kendini tekrarlamaya başlamıştır. Her medeniyet bu ölüm devresine girerken üç ayrı sınıf ortaya çıkar ve her biri geriye birbirinden farklı şeyler bırakır. Bunlardan birincisi "hakim azınlık"tır. Medeniyetin genel gidişine hakim olan bir azınlık vardır ki, bu azınlık yaratıcı gücünü kaybeder, fakat sonradan gelecek olanlar için bir fikir mirası -felsefe, ilim, hukuk- bırakır. İkinci sınıf "dış proletarya"dır. Dış proleterya hâkim azınlığın eserleri yanında üniversal kıymet ve kalitesi o kadar yüksek olmayan, fakat hakim azınlığın eserlerinden daha büyük bir canlılığı temsil eden şeylere -aşiret edebiyatı gibi- sahiptir. Nihayet üçüncü bir sınıf olarak "iç proletarya"sa görüyoruz. iç proletarya o medeniyetin bir parçasıdır, ama ona tamamen yabancılaşmıştır. Medeniyet ölürken, iç proletarya arasından yaratıcı bir grup ortaya çıkar ve eski mecleniyetin enkazı üzerinde tamamen değişik bir ilhâtnla, yeni bir medeniyet kurar. Bu yeni medeniyet yine dini bir öz taşımaktadır; yapacağı şey insanları bedenin değil, ruhun hazlarma alıştırmaktır.

Sayfa Sayısı
320
Baskı Tarihi
Aralık 2015
Yazılış Tarihi
2011
ISBN
978-605-171-161-4
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Alfa
"Bu kitap, 2003-2007 yılları arasında yaşanan ve kamu yönetiminde yeniden yapılanma projesi ekseninde dönen olayları, değişim sürecini, siyasî çıkarlar ve güç mücadelesi yapılırken ülkemizin geleceğinin nasıl göz ardı edildiğini hikâye ediyor. Bir bütün olarak başlatılan değişim programının bir parçası olan Kamu Yönetiminde Yeniden Yapılanma Projesi'nin öyküsünü ve projenin yürütülmesi sırasında karşılaşılan olayların perde arkasını anlatıyor.

Değişim bir süreçtir

Her şeyden önce, değişimin tek seferlik bir çaba değil bir süreç olduğu vurgulanmalıdır. Özellikle kamu yönetim alanında yapılacak değişikliklerin sistemik değişiklikler ve buna bağlı alt ögelerin uyumlu hale getirilmesi bir dizi düzenlemeyi gerekli kılan Yeniden Yapılanma Projesinin ilk safhası yedi yıllık bir plandı, daha sonraki safhalarda yeni planlarla devam edilecekti. Değişim her karardan ve her uygulamadan sonra gözlemleyeceğiniz, ortaya çıkan uygulama sorunlarını çözeceğiniz ve daha sonra değişen dünya karşısında yeniden bir adım daha atacağınız bir geliştirme çabasıdır ve dolayısıyla sürekli bir süreçtir. Reform süreçleri bir defalık karar verme, bir tek kanun çıkarma çabası değildir. Reform sürecinin liderliğini yürütme sorumluluğu genel anlamda siyaset kurumuna, daha dar kapsamda siyasi iktidara aittir. Başta iktidar olmak üzere topyekün siyaset kurumu değişime liderlik yaptığı ölçüde, toplumun ve gelecek nesillerin ortak çıkarlarını koruyabilir. Değişimin risklerine ve maliyetlerine sadece iktidarın katlanmasını bekleyen siyaset kurumu sosyal sorumluluğunu yerine getirmiş sayılmaz. Kısa dönemli ve kendi dar çıkarlarını genel çıkarların üstünde gören muhalefete rağmen gerekli eleştirileri ve maliyetleri göğüsleyen siyasetçiler hem kendilerine hem de siyaset kurumuna hak ettiği saygınlığı kazandırabilir. Değişim süreci uzman ve tecrübeli bir ekip işidir; güçlü bir yapılanma ve koordinasyon gerektirir. Reform çalışmaları bir ekip işidir ve kendini adamayı gerektiren bir görevdir. Tek kişinin veya birkaç kişinin yapacağı veya diğer görevlerini yürütürken bir ucundan tutacağı bir sorumluluk da değildir.

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
253
Baskı Tarihi
Eylül 2009
ISBN
978-975-253-978-2
Baskı Sayısı
3. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Timaş
Editörü
Emine Eroğlu
Modern(leşmiş) okur-yazarların katı reflekslerinin aksine Hilmi Yavuz, şiirsel-düşünsel serüveninin başından beri çokyönlü okumalarıyla, kendine özgü bir yol üzerinde yürüyerek, özellikle tasavvuf irfanından devşirdiği birikimi ve inşa ettiği duyarlılığı hem şiiri hem de düzyazıları açısından temel bir kaynak haline getirmiştir. İslam’ın Zihin Tarihi de şiirden felsefeye, tasavvuf irfanından siyasete geniş bir ilgi alanına ilişkin tecessüsünü dersleriyle, söyleşileriyle ve yazılı tanıklıklarıyla dile getiren Hilmi Yavuz’un İslam üzerine yazdığı makalelerden oluşuyor.
Neden Altını Çizdim?
Wyn Davies'in "Knowing One Another: Shaping an Islamic Anthropology" isimli çalışmasını ve Tayfun Atay'ın eserlerini bulup okumak lazım.

Antropolojinin İslamîleştirilmesi

Antropolojinin İslamîleştirilmesine gelince, bu, Dr. Tayfun Atay'ın belirttiği gibi, Batılı "antropolojinin bir bilimsel disiplin olarak Batı-Hıristiyan dünyasının kültürel ve ideolojik öncüllerinden" kaynaklandığı görüşüne dayanır. Batılı antropoloji "halen varoluşunu borçlu olduğu Batı sömürgeciliğinin ve bu sömürgeciliğin özellikle Orta Doğu İslam toplumlarına bakışını biçimlendiren oryantalist zihniyetin (vurgu bana ait, H.Y.) damgasını vurduğu bir toplum ve insanlık anlayışına sahip" olduğu için reddedilmelidir. Antropolojinin İslamîleştirilmesi, işte, tastamam bu nedenle zorunlu ve kaçınılmazdır. Şüphesiz, özelde antropolojinim İslamîleştirilmesi, 'bilginin İslamîleştirilmesi' gibi genel bir kavramsal çerçeve içinde ele alınmalıdır. Elbette, öyledir! Ama çok dikkatli olmak ve bilginin İslamîleştirilmesi adına, mesela Ziya Ül Hakk'ın Pakistanında yapılan uygulamaların ortaya koyduğu türden vahim hatalara düşmemek şartıyla! Pervez Hoodbhoy, "İslam ve Bilim” adlı kitabında bu vahim hataları çarpıcı örneklerle anlatır. Hoodbhoy'un aktardığına göre, Pakistan Atom Enerjisi Komisyonu Müdürü Beşirüddin Mahmud, 1980 yılında, 'Ateşli yaratıklar olan cinlerin bedava enerji kaynağı olarak kullanılması' tavsiyesinde(I) bulunmuştur. Buna karşılık, özellikle sosyal bilimler alanında bilginin İslamîleştirilmesine ilişkin çok daha ciddi çalışmalar mevcuttur. Dr. Tayfun Atay'ın da belirttiği gibi, İslamî bir antropoloji talebiyle yola çıkan çalışmalardan hiçbiri İngiliz Müslüman Wyn Davies'in "Knowing One Another: Shaping an Islamic Anthropology" adlı çalışması ölçüsünde başarılı değildir. "Batı 'literati'si içinden gelen biri olarak Davies'in Batı toplumu, kültürü ve tarihi üzerine sahip olduğu derin bilgi birikimi, onun Batı toplumsal sistemi ve bu sistemin bir parçası olarak gördüğü antropolojiye karşı çıkışını ve yönelttiği eleştirileri daha temelli hale getirir. Davies, antropolojinin Batı medeniyetinin entelektüel gelenek ve söylemi içerisinde kurulduğunu, bunun yanı sıra objektif ve değer yargılarından arın(dırıl)mış bir bilim mitosunda hayat bulduğunu öne sürer. Böylesi özgün bir mekâna ve bu mekânda yerleşmiş bir düşünce geleneğine organik biçimde bağlı olan antropoloji ile Batılı olmayan toplum ya da halkların, hele ki Müslümanların alıp verecekleri bir şey yoktur; dolayısıyla onun topyekün reddi gerekir.” Davies'e göre, bu durumda yapılması gereken "İslam medeniyetinin sorunlar hakkında İslamî düşünme yeteneğini yeniden kazanması ve Batı entelektüel paradigmaları tarafından yüzyıllardır baskı altında tutulan kendilerine has bilim yapma (bilme) yollarını yeniden hayata geçirmesi"dir. "Bu ise, Davies'in biçimlendirmeye çalıştığı İslamî antropolojiye düşen bir görevdir. İslamî antropoloji arayışı, İslam'ın değer ve prensiplerine dönme arzusu ve isteğinin başlangıcını oluşturur. Böylece Davies, İslamî antropolojinin (...) 'bilginin lslamîleştirilmesi' (the Islamisation of knowledge) ile yükümlü olduğunu öne sürer.” Bu çalışmaların Müslümanlara sunduğu imkânların araştırılmasının bize geniş bir zihin ufku kazandıracağını düşünüyorum.

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
701
Baskı Tarihi
2009
Yazılış Tarihi
1941
ISBN
978-975-10-3025-2
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İnkılâp
1888 yılında Beylerbeyi’nde doğan Refik Halid, 18.yüzyıl sonlarında bir kolu Mudurnu’dan İstanbul’a göçen Karakayış ailesindendir. Galatasaray Sultanisi ve Mekteb-i hukuk da okuyan yazar, Meşrutiyet sıralarında gazeteciliğe başlamıştır.Kısa sürede üne kavuşmuş Fecri Ati edebiyat topluluğunun kurucularından olmuştur. Kirpi adıyla taşlamaları ve siyasal yazıları sonucu İttihat Terakki hükümetince Anadolu ‘nun çeşitli illerinde 5 yıl sürgüne gönderilmiş, ancak 1.Dünya Savaşı’nın son yılı İstanbul’a dönebilmiştir.Dönüşünde Robert Kolej’de Öğretmenlik, Sabah Gazetesi başyazarlığı, ilk kez Posta-Telgraf Genel Müdürlüğü yapan Refik Halid, bu ara tanınmış Aydede mizah dergisini de çıkarmıştır. Bazı siyasal davranışları yüzünden memleketten ayrılmak zorunda kalan yazar, Haleb’e yerleşerek Vahdet Gazetesini çıkarmış, Hatay’ın Türkiye’ye bağlanmasında yazıları ve çalışmaları ile katkıları olmuştur. 1938’de yurda dönen Refik Halid, çeşitli dergi ve gazetedeki günlük yazıları ve 20 kadar romanı ile yaşamını sürdürmüştür. 18.7.1965 tarihinde İstanbul’da ölen yazar; tekniği, dilinin güzelliği, taşlamalarının inceliği ve tasvirlerinin kuvveti ile ün yapmış, Modern Türk Edebiyatı’nın temel taşlarından biri olmuştur. (Arka Kapak)
Neden Altını Çizdim?
Şu cümle çok enteresan: "
Tasavvuf, din ve cinsi şehvet hakikaten kuvvetli bir tahassüs halinde birbirine mezcolurlar."

Din Aşk Tasavvuf ve Şehvet

Köyde tam seksen gün çile dolduran bir derviş hayatı sürdü; dünyadan tecerrüt etti. Durmamacasına ism-i celâl çekti, zikirlerin envaını, yani lisanî, cehrî, kalbi, sırrî, hali ve hafiy-yül hafi, her şekliyle yerine getirdi. İnanarak mı? Evet; zira Baki din ile şehvetin karışmasından hasıl olmuş acayip ve fasılalı bir iman ehlidir de! Von Krafft-Ebing'in anlattığı gibi din cezbesi aşk cezbesinin yakın akrabasıdır; mukabelesiz kalmış talihsiz aşklar çok defa tesellisini, tavizini dindarlıkta bulur. Yine bu zata göre sapıklarda din ve erotízma gayet karakteristik şekilde birbirlerine karışır, din gibi aşkın da bazı mistik hususiyetleri vardır. İşte mistik ve erotik iki cins heyecanın bir iman teşkil ederek birbirine karışmasının sebebi de budur. A, Forel de -Baki`nin ruh halini anlatmaya yarayan- şu mütalaadadır: "Hezeyanları dinî ve tasavvufi heyecanlarla birleşen ve bilhassa tasavvuf yoluyla etrafındaki normal insanlar üzerinde bile derin tesirler husule getiren sapıkları her ruh hekimi tanır. Bu hastaları o derece inandırıcı yapan şey bizzat kendi kendilerine inanmalarıdır." Diğer taraftan Katolik tarihi mesela “Aşkl Aşk! Artık tahammül edemiyoruml” diye bağıran, papazlara sarılan azizeler ve ihtirastan kuduracak hale gelmiş azizlerle doludur. Tasavvuf, din ve cinsi şehvet hakikaten kuvvetli bir tahassüs halinde birbirine mezcolurlar. Baki bütün bu tiplerin mükemmel bir halitası, bir “érotico-religieux” idi. Seksen gün dinî bir vecd halinde zikir ve ibadetle yaşadı. Fakat karar verdiği gibi bunu doksan dokuz güne çıkaramadı; sekseninci günü şehevî müthiş rüyalarla geçen bir gecenin sabahı, tıpkı azize Catherine'in feryadını hatırlatan coşkunlukla: “Artık tahammül edemiyorum! Neşide! Neşidel” diye hücresinden fırladı; başı açık, ayağı çıplak, sırtında entari çöl yolunu tutturdu. Şeyh'inin torunları arkasından yetiştiler, çevirdiler, akşamına kadınlı erkekli bir ayin tertip ettiler; ayin mehtaba karşı damda gün ağarıncaya kadar sürdü.

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
326
Baskı Tarihi
2014
Yazılış Tarihi
2014
ISBN
978-605-9908-32-0
Baskı Sayısı
3. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Kırmızı Kedi Yayınevi
Editörü
Tunca Arslan
Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi eski Başkanı Sabri Uzun'dan, uzun süredir beklenen kitap... İN, Emniyet'te 40 yıl görev yapan bir İstihbaratçının, teşkilat içinde yuvalanan Cemaat'le yüzleşmesini, mücadelesini, kurulan tuzak ve komploları anlatan, Türkiye gündemini sarsacak bir çalışma...

FETÖ ve Protestan Ahlakı

2007'de İngiltere'de, "Müslüman Dünyasındaki Değişime Fethullah Gülen'in Katkıları" konulu bir konferans yapılmıştı. Bu konferans, Batı ülkelerini etkilemek için Türkiye'deki Cemaat şakirtlerinden toplanan himmet para­sıyla düzenlenmişti. Konferansa katılan Nazlı Ilıcak, Gülen hareketini, ABD'nin kuruluşunda rol oynayan püriten Protestan ha­reketle mukayese ederek, "Avrupa'daki dini baskılardan kurtulmak için yeni bir kıtaya kaçan dindarlar, 'Protestan ahlakı'nın yanı sıra, ticari faaliyete ve zenginleşmeye de önem verdiler. Dünyevi hayata sırtlarını çevirmediler, ama kazançlarını hayır işlerinde kullanmak suretiyle, 'cennetle­rini' de satın aldılar" demişti. Nazlı llıcak'ın, "Hizmet, hoşgörü, diyalog, üstün ah­lak" gibi insani ve İslami değerleri Fethullah Gülen Cemaati'yle ilişkilendirip, özdeşleştirmesini 2005 yılı ön­cesine kadar "kabul edilebilir" görebiliriz. Çünkü o tarihe kadar Cemaat'in kirli çamaşırları henüz ortaya çıkma­mıştı. /../ 2002'de Ankara'da bir kamu görevlisine kadın temin edip, gizli kamerayla kayıt yapan da aynı Cemaat şakirdi polislerdi. Ilıcak yukarıdaki sözleri söylerken, Cemaat'in "kadın temin ettiği" henüz bilinmiyordu! Protestanların ABD'yi, piyasaya kaset servis ederek, kamu görevlilerine kadın temin ederek, haklarında kitap yazan gazetecileri öldürerek kurduklarını düşünmüyorum. Devlet, hukukla kurulur. O hukuk da, milli egemenliğin temsil edildiği parlamento tarafından oluşturulur.

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
191
Baskı Tarihi
1995
Yazılış Tarihi
1953
ISBN
975-8068-00-8
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
Ankara
Yayın Evi
Bilgi Vakfı Yayınları
Mütercimi
Mehmet Akif Ersin
Orijinal Adı
Muhammed at Mecca
Ben şahsen, Muhammed'in, kendisine vahiy olarak gelen şeyin kendi bilincinin ürünü olmadığına inanmakta samimi olduğuna Kani oldum. Hz. Muhammed'in gerçekten bir peygamber olduğuna inanıyor ve biz hıristiyanların, 'Onları meyvelerinden tanırsın' anlamındaki hıristiyan prensibi gereğince bunu kabul etmeleri gerektiğini düşünüyorum. Çünkü asırlar boyunca İslam, birçok üstün ve zühd sahibi insan yetiştirmiştir. Eğer O (Muhammed) bir peygamberse, o zaman Kutsal Ruhun peygamberler vasıtasıyla konuştuğuna dair hıristiyan doktrinine uygun olarak da Kur'an'ın ilahi kaynaklı olduğu kabul edilmelidir.
Neden Altını Çizdim?
Madem Paret Kur'an araştırmalarında bu kadar önemli bir isim, onu tanımak lazım.

Paret

Linguistik derinlik bakımından Avrupa dillerinde yapılmış en iyi tercümenin Paret'inki olduğu kanaatindeyim. Çünkü Paret sistematik olarak ve çok özenli bir şekilde belirli ibarelerin Kur'ân'daki tüm kullanımlarını karşılaştırmıştır. Bu ise Onun tercümesine büyük bir otorite kazandırmaktadır. Onun Kommentar und Konkordanz adlı eserinde muazzam bir çalışma yapmış olduğu çok iyi bir biçimde görülmektedir ve bir kullanım metodu olarak üzerinde çalışanlar için emsalsiz bir araştırma vasıtası olmaktadır.