Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
93
Baskı Tarihi
2007
ISBN
975-8692-07-0
Baskı Sayısı
3. Baskı
Yayın Evi
Bilge Adam
Editörü
Adnan İnanç
Mütercimi
Ali Aydın
Dine dinsizlik mi karşı yoksa başka şeyler mi bu konu hakkında güzel bir eser.

Dine Karşı Din

Şimdiye kadar dinin karşısında "küfr"ün bulunduğunu ve tarih boyunca savaşın din ile dinsizlik arasında gerçekleştiğini düşünen bizler için bu başlık ve ifadede bir müphemlik olması doğaldır. Dolayısıyla "dine karşı din" ifadesi tuhaf, şaşırtıcı ve kabul edilemez bir ifade olarak görülebilir. Oysa ben, son zamanlarda anladım ki -şimdi ki kadar açık olmasa da, çok zamandır böyle birşey hissediyorum- tarih boyunca din, din ile savaşım vermiş ve düşündüğümüz gibi hiçbir zaman din, dinsizlik ile savaşmamıştır.

Türü
Hikâye
Sayfa Sayısı
364
Baskı Tarihi
Kasım 1999
Baskı Sayısı
4. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Dergâh
Neden Altını Çizdim?
Geçenlerde bir arkadaşımla sohbet ederken biraz şaka biraz gerçek ''Ahmet Hamdi Tanpınar yazılacak ne varsa yazmıştır'' demiştim.Abdullah Efendi'nin rüyaları hikayesinin sonunu okuduğumda aklıma direk Ceylan Önkol geldi ve tüylerim diken diken okumaya devam ettim.Ahmet Hamdi Tanpınar bu hikayeyi 1941 de yazmış.Ceylan'ın öldüğü günün ertesinde; şayet bir bir köşe yazarı olsaydım bu yazıyı olduğu gibi gazetemde yayınlardım

Suyumdan içmeyin

Birdenbire kulağına açık kalmış bir musluk sesi ,bir su şarıltısı geldi.İlerledi,bir kapıyı açtı;bir başka odaya girdi.Hiçbir yere bakmadan ortadaki masanın üstünde kenarları buğulanmış sürahiye doğru koştu.Koyu lacivert örtülü masanın üstünde billur sürahi,imkansız derecede koyu kadife bir arşın ortasında bir güneş gibi parlıyordu. Büyük bir sevinçle sürahiyi yakaladı ve boşaltacak bir bardak aramak için etrafına bakındı. Fakat gördüğü şeyle tüyleri diken diken ,olduğu yerde kaldı. Doğrusu istenirse bu gördüğü hiçte fevkalade bir şey değildi. KÜçük yedi sekiz yaşlarında bir çoçuk köşeden,dehşetten açılmış büyük gözlerle ona bakıyordu. Bu gözler o kadar büyüktü, ve içlerinde o cinsden bir korku vardı ki onları bir kere görenin bir daha unutması kabil değildi.Abduullah sordu: ''N'oldunuz, neyiniz var?'' Çocuk cevap verdi: ''hiç ,suyuma dokundunuzda...'' sonra yavaşça ona yaklaştı. Sürahiyi elinden aldı. Masanın üstüne koydu. Eliyle Abdullah'ı sanki oradan uzaklaştırmak ister gibi itelemeğe başladı.Hem ellerinin yetiştiği kadar onu göğsünden itiyor,hem titrek ağlayışlı bir sesle: ''İçmeyin bu sudan içmeyin...'' diye yalvarıyordu:'' Biliyorum çok susuzsunuz;bütün gece susuz kaldınız, uzak yollar dolaştınız.Başınızdan çok şeyler geçti...Fakat bu sudan içmeyin...O benimdir, ben onunla oynuyorum. Böyle,işte bu surahide onu seyrederim...Siz de seyredin,rengine bakın... O zaman sadece bu suyu değil öbür oyuncaklarımıda size gösteririm,içmek için değil ki bu...'' Ve hasta çoçuk yakasına asıldığı Abdullah Efendiyi bu sefer zorla tekrar büyük sürahinin başına çekiyor'' Bak bak ne güzel...Yandan ne renkler yapıyor,nasıl parlıyor,şuradan bak bir Zuhal akşamı gibi... benim olması bir talih değil mi?..'' diye seviniyordu. Abdullah efendi bu sudan içmemeğe çoktan razı olmuştu ,fakat hasta onu bir türlü bırakmıyor,bir gölege gibi peşine takılıyor,bir azap gibi yakasına asılıyor mutassıl mutassıl yalvarıyordu''İçmezsiniz içmezsiniz değil mi?Söyle hatırım için...Oh ne olur içmeyin,içmeyin...''Abdullah Efendi bu cinsten bir hastayı görmemişti.Sadece bu ses,,bu zayıf, şımarık fakat kalbin ve sinirlerin yolunu bulan,bir merhalede insanın bir tarafı ile derhal anlaşılan bu ses onu çıldırtıyordu.Artık susuzluğu geçmişti.Şimdi sadece kaçmak istiyordu.Kaçmak...Değil bu küçük sürahi dolusu suyu,bütün pınarları,bütün çeşmeleri,bütün denizleri ona bağışlayabilirdi.Elverir ki kendisi tekrar dışarda bu evin dışında bulunsun,ayaklarının altında üzerine basacak beş,on metre toprak toprak bulunsun ve o kaçsın. Bu yalvarma onu çıldırtıyordu.Fakat gidemiyor,kurtulamıyor ve onu dinliyordu ''-Bilir misin ki benim bardaklarımda da var hepsi ayrı bir yıldızın cevherinden yedi kadehim var ben bu sürahiyi zaman zaman bu kadehlere boşatırım birinden ötekine... Fakat hiç içmem Sonra birdenbire kızmış gibi haykırıverdi: ''-Ne diye karşıma çıktınız,ne diye bunu içmek istediniz?'' Birdenbire çılgın,son haddine gelmiş bir hastalık nöbeti içinde: ''Biliyorum siz bu sudan içeceksiniz...Biliyorum ki içeceksiniz,fakat içirtmeyeceğim...''diye olduğu yerde tepiniyor,Abdullah onu teskin etmek için yaklaştığı sırada billur sürahiyi büyük ürpertic ibir cam şakırtısı içinde geniş bir pencereden aşağıya fırlattı.Abdullah''biçare budala...''diye onu azarlamak istedi,fakat hiçbir kelime söyleyemedi sadece pencereye koştu sokağa baktı.Fakat kirli bir sabahın aydınlattığı yolda ne billur sürahi parçası,ne de küçük su birikintisi vardı. Sadece son derece mustarip ve yorgun halli bir adamın ağır adımlarla köşeyi döndüğünü gördü.Ona öyle geldi ki bu kendisi,yani Abdullah Efendi idi.

Türü
Hikâye
Sayfa Sayısı
364
Baskı Tarihi
Kasım 1999
Baskı Sayısı
4. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Dergâh

Lüzümsuz gerginlik

Büyüklük arzusunu,tatmin edilmemiş azamet duygularını bir yığın küçük şeylerle doyuran ve bu yüzden mesut olanlara hayatta ne kadar çok tesadüf ederiz. Şu karısını veya çocuğunu bir hiç için azarlayan koca veya babanın yüzündeki ifadeye bakın: size derhal Çaldıran meydanında Yavuz'u hatırlatmaz mı? Halbuki yaptığı iş ne kadar gülünç ve küçük. Pekala göz yumabileceği bir hiçin üzerinde ısrar etmekten başka bir şey değil: fakat gözlerinde yanan şimşeğe, dudaklarda titreyen hiddete ve yüzdeki heybete dikkat edin... Biraz sonra kendisininde lüzumsuz bulacağı ifratı,ne kadar ciddiyetle benimsemiş...

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
151
Baskı Tarihi
1998
ISBN
975-574-107-0
Baskı Sayısı
0. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İnsan Yayınları
Mütercimi
Serkan Özburun
Orijinal Adı
medarcu'l-kuds fi medarici marifeti'n-nefs
Gazali,bu eserinde çok temelli konulara daha çok felsefi bir terminolojinin eşliğinde açıklamalar getirmektedir.Bu eserinde İhya-i Ulumi'd-Din'deki Gazali değil,başka bir Gazali konuşmaktadır.Eserin farklılığı da buradan kaynaklanmaktadır.

Nefs

Ruh bazen kendi kuvvetleri ve kendi askerleriyle harp,kıtal(vuruşma),şicar ve niza(çekişme )halinde olup,kah dizginleri elinde tutar,kah elinden kaçırır.Yani kararlılık arzetmez.Bazen akli cenaba yanaşarak mahlukatı telakki ederve de tatte sebat gösterir.Bazen de hayvani kuvvetlerin istilasına uğrayarak behaimdendaha aşağı menzilleredüşer.İşte bu durumdaki nefse nefs-i levvame denir.Halkın ekserisinin nefsi bu hal üzeredir.

Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
90
Baskı Tarihi
2000
Yazılış Tarihi
1934
ISBN
975-470-806-1
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İletişim Yayınları
Editörü
Bahriye Çeri

Yakup Kadri'den Ahmet Haşim ile ilgili bir anı

O,otuzuna yaklaşmış bir adamken,hayat, henüz onun için açılmamış bir sırdı ve mizacı son derece ateşli ateşli olmakla beraber,söyleyebilirim ki ,henüz, tam manasıyla cinsi münasebetlere alışmış değildi.Her görgüğü kadına aşık oluyordu. fakat bu aşkların çoğundan maşukların0 haberi bile olmuyordu. Bu meyanda, İzmir'de İtalyan bir kızınagönül vermişti.Bize ondan mukaddes ve erişilmez bir şey gibi bahseder dururdu ve bu genç matmezel hemen hergün muhitimizde bulunmakla beraber (çünki hep bir oteldeydik) ona ne bir kelime söyleyebilmiş hatta, nede dikkatle yüzüne bakabilmişti. Tanıdklarımızdan bir madam kendisini güzel İtalyana takdim edeceği gün,Haşim,ortadan kayboldu. Sonra gene kızn etrafında dolaşmaya başladı. Teselli kabul etmez derecede bedbahttı.. Bir akşam arkadaşları ,ona, zalimce bir oyun oynadılar.Bunlar arqasındamaat-teessüf(esfle) bende vardım. İzmir'in gayet yakışıklı ve zengin bir çiftlik beyi gibi görünen bir genci,Haşim'in sevgilisini çiftliğe kaçırmaya karar vermiş ve bu kararını o akşam yapmak üzere idi. Zavallı Haşim bunu ,işitir işitmez, adeta kendinden geçecek derecede telaşa düştü.Benzi attı ve soluğu bu bahtiyar aşkın yanında aldı: -Sahi kızı kaçıracak mısınız? diye soruyordu. Oyunun başlıca kahramanlarından olan genç adam, kendisinbe verilen bu şarkkari(şarklı,doğulu) Don Juan rolünü mükemmel bir surette ifa ediyordu.Bir taraftan böyle bir şey olmadığını söylüyor, öbür taraftan telaşlı heyacanlı gözükmesini biliyordu. Bu oynu oynamak için intihap(seçme ,sçilme) ettiğimiz gece de tuhaf bir geceydi. Dışarıda müthiş bir fırtına vardı.şimşekler çakıyordu. Hepimiz Karşıyaka Klubü'ndeyiz.İtalyan kızı kaçıracak olan delikanlı, ikide bir yanımızdan ayrılıyor,camın arkasından dışarıyı gözetliyor,sonra sinirli bir tavırla: -Daha gelmediler,vay canına... diye söyleniyordu.Haşim helacanlı helecanlı sordu: -Kim bunlar?Kimler gelecek? Don Juan sanki ağzından kaçırıvermişçesine: -Adamlarım adamlarım...bu saate kadar atları hazır edecekler ve bana ıslıkla işaret vereceklerdi. Haşim'in artık hiç şüphesi kalmadı. Bana eğilip dediki -Mon cher,acaba gidip ailesine haber versek mi? Benim bir kahkaham bütün komedyayı bozdu.Haşim bu meselenin bir ıyundan ibaret olduğunu anladı ve o günden sonraaramızdan kaybolup gitti.

Sayfa Sayısı
339
Baskı Tarihi
1997
Yazılış Tarihi
1974
ISBN
975-470-281-0
Baskı Sayısı
8. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İletişim
Editörü
Mahmut Ali Meriç
Türkiye'de son zamanda yetişmiş en önemli aydınlardan, büyük filozof Cemil Meriç'in belki de en önemli eseridir. Binlerce sayfanın bilgisini küçük bir kitaba sığdırabilecek kadar usta yazarın ilmek ilmek örgülediği eşsiz bir dantela... Avrupayı, Osmanlıyı, Hind'i ,Çin'i motiflediği bir kanaviçe resmi.. "Bu ülke" de Tagore'dan Kemal Tahir'e..Oradan Said Nursi'ye.. ve oradan da İbn Haldun'a kadar onlarca ismi bulabilirsiniz. (http://www.itusozluk.com/goster.php/bu+%FClke)

Sağ sol

Çılgın sevgilerin ve şuursuz kinlerin emzirdiği iki ifrit.Toplum yapımızla herhangi bir ilgisi olmayan iki yabancı.Sol’un halk vicdanında yarattığı tedailer:casusluk,darağaçları,Moskova;sağ’ın,müphem,sevimsiz,sinsi bir iki hayal.Hıristiyan Avrupa’nın bu habis kelimelerinden bize ne?bu maskeli haydutları kafamızdan kovmak ve kendi gerçeğimizi kendi kelimelerimizle anlayıp anlatmak,her namuslu yazarın vicdan borcu.

Türü
Hatırat
Sayfa Sayısı
393
Baskı Tarihi
Kasım 2007
Yazılış Tarihi
1992
ISBN
9944-125-03-2
Baskı Sayısı
3. Baskı
Basım Yeri
İzmir
Yayın Evi
Kaynak
Editörü
Şeref Yılmaz
Yazan: AHMED ŞAHİN Yazı Kaynağı: Zaman Gazetesi, Ailem Eki, Sayı: 228 Çileli bir devrin hikayesini Ali Ulvi Kurucu merhumun hatıralarından okumak büyük bir şans. Hayatını tamamen ilme adamış yüksek bir kâmet olan merhum Kurucu, hatıralarıyla da irşad vazifesini yerine getiriyor.

Derviş, Hazır Askerdir

Zeynelabidin Efendi'nin tasavvuftan ve dervişlikten ne anladığını, Medine'de Saatçi Osman Efendi şöyle anlatmıştı: "Zeynelabidin Efendi'ye Medine'de sorulmuş ve: Efendi Hazretleri tasavvufu ve dervişliği en kısa olarak nasıl tarif edersiniz, denilmişti. Kendisinin bu suale verdiği şu cevabın, yıllardır tesiri altında bulunmaktayım: "Derviş, hazır askerdir!" "Böyle bir tarif, tasavvuf tarihinde görülmemiştir. Bu tarif beni kendimden geçirmiş, mest etmiştir... Bu tarife göre mücahidler hep derviştir ve dervişlerin de hep mücahid olmaları lâzımdır. Derviş, kendi nefsini terbiye edip İslâm'ı yaşadığı gibi, ümmet-i Muhammediye'yi de yaşatıp kurtarmakla vazifelidir... Sahabe-i Kiram, en büyük dervişlerdir. Çünkü İslâm'ı hem yaşamış, hem yaşatmaya çalışmış ve daima hazır birer asker olarak cihad etmişlerdir."

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
0
Baskı Sayısı
0. Baskı
Anna Karenina Lev Tolstoy tarafından yazılmış bir romandır. 1873-1877 yılları arasında bölümler halinde basılmıştır. 125 farklı yazarın belirlediği bir listede zamanımıza kadar yazılmış en iyi roman olarak görülmüştür. Konu: Romanın başlangıç cümlesi: “ Happy families are all alike; every unhappy family is unhappy in its own way. (Bütün mutlu aileler birbirine benzer; her mutsuz aileninse kendine özgü bir mutsuzluğu vardır.) ”

Ölüm

Her şeyin kaçınılmaz sonucu olan ölüm, ilk defa karşı konulmaz gücüyle gözlerinin önünde canlandı. Hemen şuracıkta, yanı başında, yarı uyur, yarı uyanık inleyen ve alışkanlıkla, hiç farketmeden bazen Tanrı'yı, bazen şeytanı çağıran bu sevgili varlıktaki ölüm, hiç de eskiden kendine göründüğü kadar uzak değildi artık. Ölüm, aynı zamanda kendi içindeydi; bunu hissediyordu. Şimdi değilse yarın, yarın değilse otuz yıl sonra onunla karşılaşmayacak mıydı? Zamanın ne önemi vardı ki! Bu kaçınılmaz ölüm de neydi; bunun üzerinde hiçbir zaman düşünmemişti ve düşünmekten korkuyordu. ''Çalışıyorum, bir şeyler yapmak istiyor, çalışıp çabalıyorum, oysa günün birinde ölümün geleceğini ve her şeyin biteceğini tamamen unutmuşum.'' Levin karanlıkta, karyolasının üzerinde çömelmiş, kollarını dizlerini dolamıştı. Gelgelelim derin derin düşündükçe ölüm gerçeğinden de şüphe edemeyeceğini daha iyi anlıyordu. Gerçekten de bunu unutmuş, hayatttaki en küçük bir ayrıntıyı gözden kaçırmıştı; günün birinden ölümün çıkagelip her şeye nihai bir son vereceğini; şu halde, herhangi bir işe başlamanın ne değeri vardı? Çaresi de yoktu. Evet; bu korkunç bir şeydi, ama böyleydi. Umutsuzlukla kendi kendine, ''Evet, ama hala yaşıyorum, şimdi ben ne yapayım, ne yapmalıyım?'' diye söylendi, mumu yaktı, yavaşça kalktı, aynaya doğru gitti, yüzünü ve saçlarını incelemeye koyuldu. Evet, şakaklarında aklar vardı. Ağzını açtı; dişleri çürümeye başlamıştı. Pazularını sıvadı. Gücü yerindeydi, ama şimdi hasta olan Nikolay'ın da bir zamanlar sağlam bir vücudu vardı. Birdenbire, çocukken nasıl birlikte yattıklarını ve birbirlerine yastık atmak ve katılarak gülmek için Fiyodor Bogdaniç'in kapıdan çıkmasını beklediklerini hatırladı. Öylesine güzeldi ki, köpürüp taşan neşesini Fiyodor Bogdaniç'in korkusu bile durduramazdı. '' Şimdi ise bu çökmüş bomboş göğüs... Ve, ne olacağımı bilmeyen ben...'' Kardeşinin öksürüğüyle kendine geldi. ''Hay kör şeytan! Kuzum sen ne dolaşıp duruyorsun, niye uyumuyorsun?'' ''Bilmem, uykum kaçtı işte.'' ''Ben iyi uyudum. Şimdi artık terlemiyorum da... Bak, yokla gömleğimi; terlememişim, değil mi? Levin, kardeşinin gömleğini yokladı, paravanın dışına çıktı, mumu söndürdü, ama uzun bir süre daha uyuyamadı. Tam, nasıl yaşaması gerektiği sorununu biraz olsun çözümlediği bir sırada, karşısına çözümlenmesi imkansız, yeni bir sorun, ölüm sorunu çıkmıştı. ''İşte, ölüyor. Baharda ölecek; ona nasıl yardım etmeli? Ona ne söyleyebilirim ki? Bu konuda hiçbir şey bilmiyordum. Ölümün varlığını bile unutmuşum.''

Batılılaşma eşittir laiklik!

"Laiklik" uzun süre modernleşmenin ve batlılaşmanın gerekçesi olarak gösterilmiştir. Fakat Türkiye'nin modernleşmesi geniş ölçüde "laiklik" saplantısı olanlar tarfından değil, muhafazakarlar ve dindarlar tarafından gerçekleştirilmiştir ve öyle anlaşılıyor ki, gelecekte de onlar tarafından gerçekleştirilmeye devam edilecektir.Bu yüzden bazılarının "bize laiklik lazım, gelişme de modernleşme de istemeyiz"demelerine hiç şaşırmamak lazımdır! Laikliği demokrasinin gerekçesi olarak gösteren kesimlerin iş zora çattığında " bize laiklik lazım, demokrasi olmasa da olur" dediklerini de unutmayalım.

Türü
Şiir
Sayfa Sayısı
528
Baskı Tarihi
şubat 2008
ISBN
978-975-01295-2-0
Baskı Sayısı
0. Baskı
Basım Yeri
Ankara
Yayın Evi
Yarımelma
Neden Altını Çizdim?
kafadengi programında ceylan önkol'un ölümü hadisesi ile ilgili konuşurlarken sırrı süreyya önder akif'in bu şiirini okumuş.arkadaşlar sağolsunlar facebook'da paylaşınca dikkatimi çekti.bu şiir yüzünden daha önceden safahatı okumama rağmen tekrar okumaya başladım .

Kenâr-ı Dicle'de bir kurt aşırsa bir koyunu

Kadın ne söyledi, Abbas, işitmedin mi demin? Yarın huzûr-i İlâhide, kimseler, Ömer'in Şerîk-i haybeti olmaz, bugünlük olsa bile; Evet, hilâfeti yüklenmiyeydi vaktiyle. Kenâr-ı Dicle'de bir kurt aşırsa bir koyunu, Gelir de adl-i İlâhî sorar Ömer'den onu! Bir ihtiyar karı bî-kes kalır, Ömer mes'ûl! Yetîmi, girye-i hüsrân alır, Ömer mes'ûl! Bir âşiyân-ı sefâlet bakılmayıp göçse: Ömer kalır yine altında, hiç değil kimse! Zemîne gadr ile bir damla kan dökünce biri: O damla bir koca girdâb olur boğar Ömer'i! Ömer duyulmada her kalbin inkisârından; Ömer koğulmada her mâtemin civârından! Ömer Halîfe iken başka kim çıkar mes'ûl? Ömer ne yapsın, İlâhî, beşer zalûm ü cehûl! Ömer'den isteniyor beklenen Muhammed'den... Ömer! Ömer! Nasıl aldın bu bârı sırtına sen?